Ha 'Ayıp Şeyler' ha '9 Kere Leyla'
Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?, Neredesin Firüze gibi filmleriyle tarzını ortaya koymuş Ezel Akay, 7 Kocalı Hürmüz'le bana göre birkaç basamak aşağı inmiş olmasına rağmen, 9 Kere Leyla ilk duyurulduğunda, Haluk Bilginer'in de varlığı söz konusu olunca, ortaya iyi bir iş çıkacağına dair umutluyduk... Ne kadar kötü olabilirdi ki... Üstelik ta 11 yıl sonra gelen bir film... Kısık ateşte, tadını, kıvamını almış, damakta güzel bir lezzet bırakacak; keyifle tüketilecek ve hatta tekrar tekrar o tadı almayı isteyeceğimiz bir lezzette önümüze sunulacaktır diye bir beklenti içindeydik. Eminim, büyük çoğunluk böyleydik. Ancak fragmanın kötülüğü kafalarda filme dair bir soru işareti oluşturmadı değil... Normaldir, fragman yanıltıcı olabilir. Şahane fragmanlardan sonra hayal kırıklığı oluşturan filmler de gördük, fragmanın hiçbir şey vaat etmediği fakat izlerken bitmesin istediğimiz filmler de...
Henüz sosyal medyada "mükemmeldi, şahane mesajlar verdi, beğenmeyenler anlamamışlar" gibi gülünç büyüklenmeler ve "filmi hangimiz daha iyi gömeriz" yarışı başlamamışken, bu bakış açısıyla oturdum "9 Kere Leyla"nın karşısına.
izleyiciyi renkli, eğlenceli ve bol müzikli masalsı bir dünyaya davet etmesine alışık olduğumuz Ezel Akay, 9 Kere Leyla'da adeta bir an önce içinden çıkmak istediğimiz bir kabusa hapsetti bizleri. Maalesef film pek çok açıdan sorunlu. En büyük sorun hikayenin bütününde ortaya koyduğu resimle, filmin sonunda vermek istediği mesaja dair yapılan açıklamanın -evet tam anlamıyla bir açıklama- asla birbiriyle örtüşmüyor oluşu. Didaktik diyebileceğimiz bir söylemle konunun "aslında bu filmi biz şu mesajı vermek için çektiğe" geliyor olması mı daha korkunç, yoksa; önümüze elma koyarken, elmanın armut olduğunu iddia etmesi mi, insan seçmekte zorlanıyor.
Peki ne iddia ediyor da, ortaya ne koyuyor? Uzun uzun filmin konusundan bahsetmeyeceğim, izleyen biliyor, izlemeyen de az çok biliyor. "Bir adam üzerinden kadına yönelik şiddeti eleştirdiğimiz bir film. Öncelikle bir kadın hikayesi. Kadınların bu dünyada var olduğundan bu yana gelen bir eşitsizlik durumunu ele alıyoruz. Ama bunu yaparken sinemanın büyülü dilini kullanıyoruz. Anlatıda sanatın ve felsefenin iyileştirici gücünden yardım aldık. Derin bir meseleyi bir sinema filminde anlatmak ve bunu yaparken de pozitif bir dil kullanmaktı niyetim. " diyor Ezel Akay bir röportajında.
Bana kalırsa 9 Kere Leyla ta en baştan mesaj kaygısı taşıyor olmasıyla kaybediyor. Sanat insanın zihninde var ettiği dünyaya ait bir parçayı yansıtabilme dürtüsüdür ve özgürlük ister. Bunu mesaj kaygısıyla yapıyorsan sanatın özgürlük çemberinden çıkarsın ve ortada hitap ettiğin insanların ruhuna dokunabileceğin bir eser olmaz. Oysa ki en iyi mesaj didaktik bir söylemle değil, muhatabının kalbine dokunuyor olabilmekle verilir.
İşin acı tarafı 9 Kere Leyla ikisini de başaramıyor, ne kalbe dokunuyor, ne zihne. Şu, şahane mesajlar veriyorcuların kafasının içini açıp bakası geliyor insanın. Zira beyin gelişimini emekleme çağında sonlandırmış olabilirler. Yoksa kadın ve erkek eşitliğine dair bir aydınlanmayı bu filmle yaşıyor olmaları garip kaçar. Üstelik bunu savunduğu iddiasında olup "savunamayan" filmle... Ha Yonca Evcimik'in "Ayıp Şeyler"i ha 9 Kere Leyla... Niyet iyi, sonuç kötü...
Ezel Akay; "Derin bir meseleyi bir sinema filminde anlatmak ve bunu yaparken de pozitif bir dil kullanmaktı niyetim." derken, acaba başka bir filmden mi bahsediyor diye düşünmeden edemiyor insan.
Hadi baştan sona her şeyi es geçelim, 9 Kere Leyla'nın sadece sonuna baktığımızda bile erkek olmayı “doğuştan bir hastalık” olarak tanımlayan “Ama onlarsız da olmuyor” diyebilen bir şuursuzluğu görüyoruz. Erkekler sadece öldüren, sömüren, hain, korkunç, zekasız varlıklar olarak tanımlanırken. Kadınlar ise aşkı var eden, gayet bilinçli, aşmış bireyler olarak ifade ediliyor.
Oysaki filmde yer alan 2 kadın karakterin ne aşkla, ne bilgelikle yakından uzaktan hiçbir bağı yok. Biri sırf parası uğruna, kendinden yaşça oldukça büyük evli bir adamla evlenmek için, adamın karısını öldürmesini bekleyen, kendisinden başka hiçbir şeyi sevmeyen Nergis... Ki bu isim tesadüf değil, bkz. narsisizm...
Bir diğeri ise kadın özgürlüğünün ilk simgesi olan Lilith... Yani, filmde altın günlerine giden, etrafına minik iyilikler yapan, hayattaki varoluş amacının Adem olduğunu söyleyen, kocasının onu sevmediğini, aldattığını, hatta öldürmek istediğini bilmesine rağmen evliliğini kurtarma çabasında olan, kısacası tipik bir çaresiz ve vasıfsız Anadolu kadını muhakemesiyle hayatını sürdüren Leyla...
“Erkekleri küçücük bir iltifatla parmağında oynatabilir, hayat boyu sırf yaslanacak bir omuz olarak kullanabilirsin.", "Erkeklerin en iyi bildiği şey öldürmek, hiçbir şey bulamazlarsa kendilerini öldürürler.", "Doğuştan bir hastalık erkek olmak." gibi cümlelerin peşine “Cinsiyet meselesi değil, zihniyet meselesi” cümlesini duyuyoruz filmde daha ne olsun...
Peki filmin hiç mi elle tutulur bir yanı yok? Yok! Varsa da tüm bu vasatlığın arasından kendini gösteremeyecek kadar yok!
Öte yandan "Emeğe saygı, oyunculara saygımdan çok eleştirmiyorum" bıdı bıdısına da hiç saygım yok. Üzgünüm, Haluk Bilginer'in çok tanıdık, bilindik hallerini, Demet Akbağ'ın mimiksizliğini de görmezden gelemedim...