Hepimiz Yanıklar’dayız aslında: Kurak Günler
Yaşaması o kadar zor günlerden geçiyoruz ki, hepimiz bir umut ışığı arıyoruz. Kaçıyoruz, durmadan koşuyoruz, sonunu bilmediğimiz o ışığı bulmak için var gücümüzle hem de… Bazen de buluyoruz, sürpriz bir şekilde karşımıza çıkıyor. Hepimiz yandık tutuştuk bir filmle, hepimiz Yanıklar’ın birer kahramanı gibi hissettik. Emin Alper’in dördündü uzun metrajlı filmi “Kurak Günler”, bu yıl 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izlerken tüylerimi diken diken etmişti. 33. Ankara Film Festivali’nden de ‘En İyi Film’ ödülüyle dönen Kurak Günler, şimdi vizyonda izleyiciyle buluşuyor. Ben de filmden yakaladığım detayları sizler için bir araya getirdim.
Tarafsızlık içinde sıkışıp kalmış bir savcı!
Yönetmenin adeta ‘başyapıt’ı diyebilecek kadar saygı duyduğum filmi “Kurak Günler”, aslında hepimizde içimizde tutup sıktığımız, unutmak bir yerde dursun mıh gibi her zaman aklımızda olan kötülükleri, gözler önüne seren bir başyapıt filmi. Kurak Günler ‘Yanıklar’ adlı bir kasabada geçiyor ve kasabaya yeni atanan yeni savcı Emre’nin yaşadıkları üzerinden ilerliyor. Bu kasabada saygı ve sevgiyle karşılanan Emre’nin bir anda döngüyle beraber ‘yaşadığı büyük problemler, başına dert mi açacaktır?’ diye soruyor aslında film… Yeni bir coğrafyada hiç karşılaşmadığı insanların içerisinde bir adalet arayan Savcı Emre, bir yandan belediye başkanı ve bir yandan da başkana muhalif kişiler arasında sıkışır. Tarafsız durmak için elinden geleni yapan Emre, her iki tarafa karşı gösterdiği eşit mesafenin aslında tarafsız olamayacağı bir sıkışmışlığa ilerliyor. Ortaya çıkan da aslında, önyargılarla boğuşmalı bir savaş ve aranan bir umut kovalamacası oluyor aslında.
Emin Alper, aslında hepimizin bağırmak istediği konulara değinerek tokat gibi bir film yaratmış Kurak Günler ile... Sarsıcı, elleri yumruk haline getiren bir his yaratan mükemmel ötesi bir başyapıt. Filmde pandemiyle beraber yaşadığımız kurak problemler, ekonomi, koltuk sevdası, kendinden başka hiçbir şeyi düşünmemek, kısacası ülkedeki tüm pislikler resmediliyor. Ve bu resmediliş, cesurca ve korkusuzca yapılmış filmde. Madımak Katilamı’na yapılan gönderme ya da selam da diyebiliriz, filmin belki de en can alıcı ve izleyeni acıdan titretici sahnesi olabilir. Tüyleri diken diken eden o sahne, aslında sanki o olayı dibimizde şu an yaşanıyormuşçasına çekilmiş ve izleyicide o his yaratılmaya çalışılmış. Ki başarılmış da aslında, çünkü ülkedeki günümüz ve tarihe geçen bütün olaylara dikkat çeken bir zihin haritası yayılmış filmde. Ortaya çıkan dev atmosfer, filmi kelimelerle anlatmaya yetmiyor. Kaliteli bir senaryonun yanında bir de dev görsellik, filmden etkilenmeye yetiyor da artıyor. Savcı Emre’nin başına gelenler, aslında tüm bürokratik sorunların bir nevi bir araya geldiği ve güçlünün kazanmak uğruna idealistleri ve doğrucuları alt etmeye doğru sürüklemesine işaret ettiriyor. Aslında ‘umut var mı?’ sorusu film boyunca zihnimizde dönüp duruyor. Ve bunun cevabı da, filmin mükemmel ötesin final sahnesiyle veriliyor aslında. Selamlar olsun tüm obruklara!
Kendi içinde o kadar dönüşüp gelişen ve hep iyileşen öyle bir senaryo var ki karşımızda… Hep merak ettirici, içinizde karıncalar geziyormuş gibi hissettiren bir korku ve sonuna kadar savaşmaktan vazgeçmeyen güçlü bir hayat dökümü aslında. Yaşadığımız tüm çirkinliklerin aslında birer çığlıklar olup dışa vurulması gibi. Tüm çiğlikler ve yaşanan korkunçluklar bir gülle gibi geliyor yüreğinize ve filmden çıktıktan sonra kendinizi rahatlamış hissediyorsunuz. Filmin enfes ötesi kurgusu da bu açıdan dikkat çekiyor. Görüntü yönetimi de keza filmin diline başarıyla eşlik ederken, özellikle obruklar ve mekan tasarımları açısından sanat yönetiminin de mükemmel olduğunu belirtmeden geçmemeli. Emin Alper kusursuz bir reji ve teknik ekip kurmuş film için ve senaryonun hakkını teslim etmeli bir film ortaya çıkmış.
Adeta bir oyunculuk şöleni
Ve gelelim filmin enfes lezzetli adeta bir şov tadında oyunculuklarına… Selahattin Paşalı muhteşem bir performans sergilemiş, karakterle o kadar iyi bağ kurmuş ve Emin Alper, Paşalı ile o kadar iyi bir oyuncu-yönetmen ilişkisi inşa etmiş ki hayran oldum. İşte güçlü bir başrol performansı bolduğunu belirtmek gerekirken, parmakla gösterilir mükemmel bir örnek Paşalı… Ayrıca Ekin Koç’un bu denli cesur bir karaktere verdiği ruh çok umut aşılayıcıydı. Koç’un karakterle bağı da çok güçlüydü. Selin Yeninci’nin hakime hanıma duyduğu yakınlık, yer yer donuk surat ifadesi, yer yer gülümseme ve yer yer alaycı bakış; harika bir hakime hanım canlandırmasıydı. Hakime hanınım kimin neyin tarafında olduğu gizemini film boyunca çözmeye çalışmamız, Yeninci’nin enfes performansında saklı. Ve filmde mest olduğumuz Erol Babaoğlu, ‘sen neymişsin be abi!’ dedirten cinsten. Bir karakterden bu kadar tiksinmemize neden olan Babaoğlu’nun lezzet dolu performansı, filmi alev alev bir hale büründürüyor. Bir yandan da Erdem Şenocak’ın tiplemesine de selam vermeden geçmemeli. Dev alkışların sahibi olan Babaoğlu ve Şenocak, harika ve kaçırılmayacak bir ikili performansa sahipler. Ayrıca filmin Pekmez’i yıldız oyuncusu Eylül Ersöz’e de bol alkışı göndermeli… Umut vadedici performansıyla önü açılması gereken genç oyunculardan bir tanesi olduğunu kanıtlıyor.
Görüntü ve ses dili açısından sinemada izlenmesi gereken bir film olan Kurak Günler, vizyondayken kaçırılmamalı. Hepimiz Yanıklar’da yanıp tutuşacağız. İçimizdeki çığlığı ortaya çıkarıp hep berber bağırma zamanıdır…