İyi ki film festivalleri var!
İnsanlarla sinema için bir araya gelmek, apayrı bir heyecan katıyor. Hele ki farklı şehirlerde, bambaşka coğrafyalarda ise, bu daha da beni heyecanlandıran bir durum oluyor. Aralık ayı tam da böyle dolu dolu bir festival ayı oldu benim için. Eskişehir’in ardından İstanbul’da düzenlenen “Uluslararası Distopya Film Festivali” ve 10. “Malatya Uluslararası Film Festivali”ne katıldım…
Distopya’ya değer veren festival
Sinemanın ilginç ve bir o kadar uçsuz bucaksız yönlerini ortaya koyar distopya… O yüzden distopik bir film izledikten sonra, sinemadan neye uğradığımızı şaşırarak çıkarız filmden. İlk kez bu yıl düzenlenen “Uluslararası Distopya Film Festivali” için bu nedenle oldukça heyecanlıydım. Çünkü distopik filmler üzerine ve sadece bu dünyaya ait filmlerin gösterildiği ve yarıştığı festivaller olmamıştı. O yüzden büyük bir heyecanla, festivalin direktörü sevgili Hatice Aşkın’ın davetini kabul ettim. İlk kez yapılan festivallerin günahı olmaz, her yeni çalışmanın ilerleyen yıllarda daha iyi tecrübelerle katlanarak bir kenara yazıldığına inanırım. Uluslararası Distopya Film Festivali’nin ekibini son derece güçlü, kendilerine ve gerçekleştirdikleri organizasyona son derece hakim buldum. Festival başlamadan önce sürekli iletişim halinde olduğum, konuklarına çok değer veren bir festival olduğu hissi yaratan başta Hatice Aşkın ve Ezgi Yılmaz olmak üzere tüm çalışanlara teşekkür ederim.
Festivalde ilk işim, kısa filmleri izlemek ve yönetmenleriyle festival kapsamında moderasyon yapmak oldu. Daha önce izlediğim ve hayran olduğun “Bir Annenin Sonatı”, Fehmi Öztürk’ün pandemiyle beraber dijitalleşen dünyanın bir bakıma yalnızlığı üzerine bir aşk şiiri… Nesrin Cavadzade ve Hatice Aslan’ı buluşturan film, gitgide duygusuz, çaresiz ama sevgiye muhtaç hale gelen insanoğluna bir bakıma bir eleştiri tadında... Murat Uğurlu’nun “Tapınak” filmi ise, hiyerarşinin gitgide absürt bir hale gelmesi üzerine bir gizem kuruyor. Antikahramanını merkezine alan film, türlü türlü duyguların içimizde volkan gibi patlamasına neden oluyor. Festival kapsamında düzenlenen “Zavallı” yani “Pity” filminin Yunan yönetmeni Babis Makridis ise, muazzam bir masterclass düzenledi. Festival için kısa bir filmde hazırlayan Makridis, katılımcılara “Sizin distopyanız nedir?” diye sordu. Salondaki ışıkları kıstıran Makridis, fimleri distopik yapan unsurları katılımcıların bulmasını sağlayarak başarılı bir çalışma yaptı.
Festivalin maskotu haline gelen konuşkan robotlar ise, hem açılışta şov yaptı hem de festival alanında gelen ziyaretçilere keyifli dakikalar yaşattı. Üsküdar’da bulunan Bağlarbaşı Kongre Merkezi’nde gerçekleşen etkinlikte, açılış sunumu yapan oyuncu Janset ve robotun atışması dikkat çekti. Onur Ödülü alan Meral Çetinkaya’nın konuşması oldukça duygusal ve heyecanlı anlar yaşattı. Açılışın ardından ise bir Japon anime filmi olan “Poupelle of Chimney Town” un Türkiye prömiyeri gerçekleşti. Yusuke Hirota'nın yönettiği ve kitap uyarlaması olan film, dost canlısı ama canavar görünümlü bir baca temizleyicisi ile Poupelle adındaki bir çocuk arasındaki dostluğa odaklanıyor. Önyargıları bir kenara bırakmak ve arkadaşlığın yakalanması ne kadar zor bir duygu olduğuna odaklanan film, derin bağların sorgulanmasına da parmak basıyor.
Malatya’da dolu dolu 4 gün!
Bir yıllık aranın ardından yeniden Malatyalı sinemaseverlerle buluşan ve 10. kez düzenlenen “Malatya Uluslararası Film Festivali”nde 4 gün geçirdim. Malatya Büyükşehir Belediyesi’nin sahiplendiği ve konuğuna değer verdiği bir organizasyon olan Malatya Uluslararası Film Festivali, film, gezi ve tören dolu bir etkinlikti. Ve tabii bolca yöresel lezzet de tattıran bir durumu da olan Malatya’nın, kent merkezide bulunan büyük çarşısı ve Gramofon ile Fotoğraf müzeleri de ayrı birer efsaneler… Festivalin kapanış töreninde ise büyük bir heyecan yaşadık. Fikret Reyhan’ın yönettiği ve benimde favorim olan “Çatlak” filmi, nihayet bir festivalde “En İyi Film” ödülüne kavuştu. Ayrıca “İki Şafak Arasında” filmindeki yönetmenliğiyle Selman Nacar’ın da “En İyi Yönetmen” olarak başarı yakalaması kıymetliydi…
Daha önce yedinci yılında düzenlenen festivalde Malatya’ya gelmiş biri olarak, bu yıl daha çok belgesel ve ulusal sinemaya ağırlık verişmiş bir seçki gördüm. Sinema salonları yine halk tarafından doldurulmuştu. Malatya’nın gösterim programında gen çok sevdiğim şey, uzun metraj filmlerin öncesine kısa filmlerin konulmasıydı. Böylece festivalde yarışan kısa filmlerden de haberdar olmak güzel bir deneyim oluyordu. Bu yıl da bu özelliğin korunmuş olmasına sevindim. Uluslararası alanda çok sağlam bir seçki göremesek de, İranlı yönetmen Bahman Ark’ın yönettiği “Skin” yani “Deri” filmiyle karşılaşmak oldukça ilginç bir deneyim oldu. Nesillerdir devam eden bir kehanet üzerinden ilerleyen ve farklı bir metot yakalamaya çabalayan film, üç harfliler üzerinden bir mitolojinin üzerinden gidiyor. Belki de korku ögelerinin bu denkli iyi bir sinema diliyle anlatılabileceği başarılı filmlerden bir tanesi olmuş Skin… Film baş karakter Araz’a odaklanırken, aslında Araz’ın cadı annesi ve aşkı arasındaki sıkışmışlığı da efektif bir dile kayarak gösteriyor. Belki biraz uzayan süresi görsel güzelliğe gölge düşürse de, bu filmi Malatya’da yakalamak bana iyi geldi.
Ayrıca festivalde, uzun zamandır izleyemediğim “İçimdeki Kahraman” filmine de denk geldim. Sinan Sertel’in yönettiği film, babası tarafından süper kahramanların varlığına inandırılmış ama yetim kalında bu konuda yalnız başına kalmış olan Kahraman’ın öyküsüne odaklanıyor. Aslında teknik başarısı ve renkli mekan tasarımlarıyla dikkat çeken film, yer yer Wes Anderson filmlerinden etkilenmiş hissi de vermiyor değil. O renkli dünyaya bir selam veren bir havası da var İçimdeki Kahraman’ın ve bunu çok sevdim. Yalnız filmin senaryosundaki kusurlar da göze batıyor maalesef. Aslında heyecan verici ilerlese de, senaryodaki o dramatik yapının kayışı, yer yer filmden kopmamıza neden oluyor. Oyuncuların her bir oldukça başarılı, öncelikle baş kahramana hayat veren Ahmet Melih Yılmaz’ı kutlamalı. Özellikle iki karakter canlandıran Öykü Naz Altay, Cüneyt Yalaz ve Turgay Doğan’ı alkışlamak gerek. Ama benim gönlüme giren ve hayran olduğum performans ise, Ulvi Kahyaoğlu’na ait.
Festival kapsamında düzenlenen söyleşilerden bir tanesinde ise ben moderasyon yaptım. Başarılı oyuncu Ruhi Sarı ve oyuncu menajerliği yapan Abdullah Bulut’u buluşturan “Menajerlik ve Oyunculuk Üzerine” söyleşimizde, bir oyuncunun kariyer planlaması ve çıkılan bu yolda karşılaşılan zorluklar için bulunması gereken çözüm yolları üzerine konuştuk. Malatya Mövenpick Otel’de gerçekleştirdiğimiz söyleşiye katılım bir hayli yoğundu. Özellikle Malatya’da konservatuvar okuyan gençlerin bu etkinliğe gelmesi olukça sevindiriciydi. Hem onların sanat adına fikirlerini sunması, hem de tecrübelerden soru sorarak bu denli faydalanması çok kıymetli bir anın yaşanmasını sağladı. Söyleşide gelen bir soru üzerine; mesleğinde kendini ayakta tutan yegane şeyin ‘heyecan’ olduğunu söyleyen Ruhi Sarı, gençlere “Umudunuzu, aşkınızı ve hayallerinizi çalmak isteyenler olacaktır. Asla müsaade etmeyin ve asla vazgeçmeyin.” diyerek bir tavsiyede bulundu.