Kuru Otlar Üstüne: Mahvolsun bütün dünya!
Dikkat spoiler!
Film çekmeyi kardeş ruhlara gönderilen mektup olarak tanımlayan Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi, hatta bu ifadesinden yola çıkarsak; son mektubu “Kuru Otlar Üstüne” merakla beklenen uzun bir sürecin ardından nihayet vizyona girdi ve girdiği gibi de Ceylan imzalı filmler arasında en yüksek ilk gün açılışını gerçekleştirdi. Bu ilginin, filmin, 76. Cannes Film Festivali’nde Merve Dizdar’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandırması, Ceylan’ın kemik kitlesinin dışında, Dizdar’ı dizilerdeki performansıyla bilen televizyon izleyicisini de sinemaya çekmesinin bir payı olduğunu düşünmek mümkün.
Başrollerinde Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar ve Musab Ekici’nin yer aldığı, Erzurum'un Karayazı ilçesinin İncesu köyünde çekilen “Kuru Otlar Üstüne” bu ücra yerde zorunlu hizmetinin bitmesini ve tayin olmayı dört gözle bekleyen resim öğretmeni Samet’i merkezine alıyor.
Samet’i, Çehov’un; “Mutsuz insanlar bencil, kinci, acımasız olur, haksızlık yapar, birbirlerini anlamayacak kadar ahmaklaşırlar.” cümlesinin adete ete kemiğe bürünmüş hali olarak görmek, Nuri Bile Ceylan’ın “Dünyayı Çehov’un filtresinden görüyorum." sözünün gerçekliğinin de bir kanıtı gibi.
Son yılını geçirdiği bu yerde, günlerini sadece İstanbul’a döneceği zamanı bekleyerek tüketen ve bu süreçte tutunacak bir ışık olarak öğrencisi Sevim’i seçmiş bir öğretmen Samet. Sevim dışındaki dünyada karanlık tarafta yol alırken, Sevim onun için masumiyetin ve derinlerinde özlem duyduğu, kaybettiği saflığın da bir sembolü gibi. Öyle ki, kötücül yanı ağır basan bu adam küçük öğrencisine karşı son derece sevecen bir profil çizmekle kalmıyor, ona hediyeler alarak, diğer öğrenciler ve öğretmenlerin de dikkatini çekecek ölçüde farklı bir yerde konumlandırarak izleyiciye başka bir yüzü daha olabileceğini gösteriyor. Samet’in bu iyicil tarafını, köpeklerin hastalığına olan ilgisi, keza yine öğrencileriyle olan mizahi diliyle de görüyoruz bir yandan.
Ancak karakterimizin yaşadığı yerde kıymet verdiği tek insan olan Sevim’in, öğretmenine olan yakınlığı, çantasında bulunan aşk mektubunun Samet’in eline geçmesiyle, yerini utancın tetiklediği bir öfkeye bırakıyor. Mektubun kendisine yazıldığını düşünen Samet, baştan beri inandığı gibi saf ve çıkarsız hislerle seviliyor olmanın, onaylanmanın hazzını çekiyor içine. İletişimde olduğu herkes ona karşı her zaman iyi bir yaklaşım içinde olsa bile, bu yakınlığın samimiyetsizliğinden emin. İnsana dair inancı öylesine tükenmiş ki, Nietzsche’nin “İnsandan bezdik.” dediği noktada. Dolayısıyla, Sevim’in kendisine karşı duyduğu o çocuksu duygular bu ücra yerde tek besini. Öyle ki acınası bir acziyetle mektubu geri vermek dahi istemiyor. Sevim’in ısrarla mektubu istediği sahnede, ona yaşadığı bu duygularından utanmaması gerektiğine dair yaptığı konuşmada, Samet’in gözlerini ışıldatan şey; henüz hayatın karanlık yüzüyle tanışmamış bir kalbin temizliği ve kendisine o kalp içinde yer bulmuş olduğu düşüncesi. Samet için, bir öğrencinin gözünde kahraman olmak belki de küçük bir umut ışığı. Ancak Sevim’i yaşıtı bir erkek çocukla görüp, mektubun muhatabının kendisi olmayabileceği düşüncesinin içine attığı şüphe tohumu gözlerindeki ışığı söndürüyor.
Sevim’in arkadaşıyla birlikte Samet ile ev arkadaşı ve aynı zamanda meslektaşı Kenan’dan kendilerine olan yakınlıkları ile ilgili şikâyette bulunmaları, Samet’in pedofili olup olmadığı sorusunu yaratırken, bana geçen duyguda bu ikileme hiç düşmedim desem yeri. Özünde Samet’in ilgilendiği şey Sevim değil, ona atfettiği aşkınlık. Filmin sonunda Samet’in Sevim’e ithafen “Senin gözlerinden kendimi görmek istedim.” cümlesi de yanılmadığımı düşündürüyor.
Kenan’a gelecek olursak, “Öğretmen olacağıma 2 danaya baksaydım daha iyi olurdu” diyecek kadar öğretmenlikten bezmiş, ailesinin de ısrarıyla evlenme yaşının geldiğini düşünen, hayatı küçük bir coğrafya içinde geçmiş olmasına karşın, kendini olduğundan daha fazla gösterme çabasında ve biraz da sinsi. Muhtemelen mezhebi sebebiyle okulda en eski öğretmen olmasına rağmen müdür yapılmamış olmanın gizli öfkesini içinde saklayan Kenan, Samet’in kendisini Nuray’la tanıştırması ve birbirlerine uygun bulduğunu söylemesine rağmen, Nuray’la iletişimini Samet’ten saklayarak farkında olmadan Samet’i bir oyunun içine çekiyor.
Sevim’in yaşattığı hayal kırıklığının ardından herkesle arasını iyi tutmaya çalışan beden öğretmeni Tolga’nın Kenan için “Seni kıskanıyor” demesi, üstüne bir de Kenan’ın, Nuray’la ondan gizli saklı görüştüğüne tanık olması Samet’i adalet isteğine temel olan duyguya; haksızlık edenle kendini eşitleme duygusuna itiyor. Samet’in mantığında tıpkı 4 yıl boyunca kıymet verdiği Sevim’in şikâyeti gibi, Kenan ve Nuray’ın onun arkasından iş çevirmeleri de ona yapılan bir haksızlık. Bu sıkışıp kaldığı yerde beyninin ödül mekanizmasını çalıştıracak elindeki tek tutunduğu şey intikam, bedel ödetmek.
Ankara Barış Mitingi’nde gerçekleşen intihar saldırısında bacağının bir kısmını kaybeden İngilizce öğretmeni Nuray ise, kaza sonrası mecburi dönüş yaptığı memleketinde mutsuzluğu yüzüne kazınmış bir ifadeyle yaşama tutunmaya çalışıyor. Bacağının bir bölümüyle birlikte hayallerini, umutlarını da kaybetmiş. Bu yeni haliyle yeni Nuray’ın kadınsı yanını deneyimlemesi için tek seçenek ideolojik olarak ortak bir paydada buluşmasa da Samet’ten başkası değil. Kenan aynı etnik kökenden gelmiş olsalar da özellikle geleneksel yapısıyla Nuray’ın ilk tercihi olamayacak bir erkek.
Bu noktada her ne kadar Nuray’a ilgi duymayan Samet sırf hırsı yüzünden onunla birlikte olsa da, Nuray da tümden masum değil. Samet’in kendisine bir erkek ilgisiyle yaklaşmayıp, Kenan’la tanıştırması Nuray’ın içindeki hırsı tetikleyen bir unsur. Kenan’la sadece görüşüyor olmasının bile Kenan için bir umut olduğunun da, Kenan’ın ilgisinin Samet’i rahatsız ettiğinin de, Samet’in kasıtlı olarak Kenan’ı yemeğe çağırmadığının da farkında olacak kadar zeki bir kadın Nuray. Öyle ki, resim yapmak için Kenan’ın fotoğraflarını çekmesi Samet’i kışkırtmak için olduğu gibi, zaten iletişim kurduğu ve sürekli mesajlaştığı Kenan’a yemek davetinden hiç bahsetmeyip, onu çağırıp çağırmama inisiyatifini habersizce Samet’e bırakması da, Nuray’ın suyun akışına yön vermek için başvurduğu çabasız hamleler olarak görülebilir.
Samet’le geçirdiği gecenin ertesinde telefonlarına çıkmayan Kenan’a “Seninle görüştük, konuştuk, ahbap olduk diye; anlayışlı, tatlı, kibar başlayan arkadaşlık üzerimde tahakküm kurmaya veya başkasıyla bir şey yaşadım diye beni hayatından bu nedenle çıkarmaya, bu nedenle değersiz, bu nedenle çirkin, bu nedenle istenmeyen ilan etmeye ne ara dönüştü?” diye sormasının altında farklı nedenlerle birlikte değersizlik hissine tahammül edemediği gerçeği yatıyor. Oysaki Kenan’ın kendisiyle ne maksatla görüştüğünü ve şimdi neyin tepkisini verdiğini gayet iyi biliyor.
Filmin en yüksek sahnesi olan yemek masasında, cümleler adeta roman karakterlerinin ağzından döküyormuşçasına geçen sohbette, Nuray tartışmıyor adeta mimikleriyle kavga ediyor. Sadece Samet’le değil, onu bu kısıtlı yaşama mahkûm eden her şeyle. İdealler ve inançlar üzerinden bir hayat sürmenin doğruluğuna dair ezber bir görüsü var ve öne sürdüğü argümanlar Samet’i lal bırakmıyor. Samet’in, ayağını kaybettiği eylemde, karşıt görüşlü canlı bombanın da bir ülkü ve inanç neticesinde orada olduğu gerçeğini yüzüne vurması gibi bazı gerçekleri yüksek sesle söylemesi, Nuray’ın ödediği bedelin nafileliği, içinde bir kedere dönüşüyor ve zayıf düşüyor. Saçlarının hafif uçuştuğu arka plandan çekilmiş o ağır sahne savaşın sonu oluyor.
Nuray ve Samet’in yatak odasında sevişmek üzereyken, Samet’in ışıkları kapatmak için odadan çıktıktan sonra Nuri Bile Ceylan’ın uyguladığı “dördüncü duvarı yıkmak" olarak tanımlanan geçiş sekansı, filmin en beklenmedik hoşluğu olarak dikkat çekiyor. Filmin kurgudan ibaret olduğunu hatırlatmak ve hikâyenin derinliğinden bir anlığına izleyiciyi çıkarmak için kullanılan bu yöntem, sadece kış ve yazın yaşandığı baharın olmadığı o coğrafyada, sarsıcı bir kış gibi geçen yemek masası sahnesinin ardından, yaz gibi geçecek sıcak sevişmenin arasına bir anlık bahar katarak geçişi yumuşatıyor gibi.
Kuru Otlar Üstüne diğer öğretmenler, okul hademesi, milli eğitim müdürü, veteriner, okul müdürü, komutan gibi kendi özelinde uzun uzun yorumlanmaya sahip detaylarla ince işlenmiş karakterleriyle de oldukça başarılı. Her biri defolu, her biri yaşamda her gün karşılaştığımız bizlerin de içinde bulunduğu insanlar gibi. Kötü addedilecek her şeye verilebilecek Veteriner’in “Çünkü insan” cevabı gibi… Ama doğru ama yanlış ben mektubu böyle okudum. Ancak biliyorum ki Nuri Bilge Ceylan mektubu tek okumayla anlaşılmaz.
Samet Sisifos misali kuru otlar üzerinde tepelere çıkadursun, Çehov’la başladım, yönetmenin de sevdiği Nietzsche ile bitireyim; “Ne zaman bir insan arzuladığı şeyleri gerçekleştirmekte başarısız olsa, öfkeyle şöyle haykırır: ‘Mahvolsun bütün dünya!’ Kıskançlığın doruğu olan bu duygulanımın demek istediği şudur aslında: ‘Ben bir şeye sahip olamıyorsam, kimse bir şeye sahip olamaz, kimse hiçbir şey olamaz!’