İletişim bir kalbin başka bir kalbe olan temasıdır
İletişim alfabedeki harfler aracılığıyla düşünce ve duygularımızı sesli bir şekilde ifade etmenin çok ötesindedir aslında. Ya da biz ötesine geçebildiğimiz ölçüde etkili oluruz. İletişimin en basit tanımı; konuşulanla anlaşılanın aynı olmasıdır. Ya da bir canlının diğer bir canlıya ulaşması, bir kalbin başka bir kalbe temasıdır. Eğer aktarılanlar dudaklarımızda kalıyor ve karşımızdakinin yüreğine değmiyorsa etkili bir iletişimden söz edemeyiz. Etkili iletişim ise ailede başlar. Güçlü ve sağlıklı bir aile olmanın temeli iletişim ile atılır. Aile bağlarının zayıf ya da kuvvetli olmasını anne-baba ile çocuk arasındaki iletişimin gücü belirler. 16 yaşındaki oğlumuz Eren, hayatımıza girdiği ilk günden itibaren (Şu anda her ne kadar çok konuştuğumdan şikayetçi olup söylediklerimin çoğunu duymazlıktan gelse de) açık ve güvene dayalı bir iletişim kurmaya hep gayret ettim.
Anne olmayı çocuklardan öğreniriz
Sorduğu her şeyi bilgim ve gücüm yettiği kadar cevaplamaya ne olursa olsun doğruyu söylemeye (Beyaz yalanlar buna dahil değildirJ) son olarak da söylediklerimin arkasında durmaya özen gösterdim. Bir ceza veya ödül ya da yapmak için bir söz verdiysem eğer mutlaka yerine getirdim. O nedenle de söylediklerim konusunda bana her zaman güvenir. Karşılıklı güvene dayalı bu iletişimi kurmak buraya yazdığım kadar tabii ki kolay olmadı. Herkesin anneliği kendine... Üstelik anneliğin meslekler gibi net çizgileri kesin ve değişmez doğruları yok ki, yaşayarak öğreniyorsun. Eren’i süper yetiştirdim, aman ne de harika bir anneyim diye hiç düşünmedim. Ne kadar iyi niyetle hareket etmiş olsam da geriye dönüp baktığımda şimdiki aklımla farklı yapmak isteyeceğim tonlarca yanlışımı görüp fark ediyorum.
Sizlerle bu bayram günü okurken keyif alacağınızı umduğum Eren 3 yaşında iken yaşadığımız bir iletişim kazasını paylaşmak istiyorum. O zamanlar doğru karar verip sorunu çok iyi bir şekilde çözdüğümü zannediyordum. Bakalım siz ne düşüneceksiniz? Çok merak ediyorum.
Evde pirana ve kobay faresi bile besledik
Hayvan ve doğa sevgisini Eren’e ufacıkken aşıladım. Bebek arabamızdan mama eksik olmazdı. Gittiğimiz her yerde kedi, köpek, martı karşımıza her ne çıkarsa hep beslerdik. Bana da annemden geçti, her hayvanı sevebilen kocaman bir kalbi vardı. Sayesinde piranadan kobay faresine evde birçok ilginç canlıya ev sahipliği yapmışızdır. Haliyle insan gördüğünü yapıyor. Bende çocuğum olunca tabii ki annemin izinden gittim. Evimizin vazgeçilmezi 6 yaşındaki kedimiz Felix’e kadar sırasıyla balık, kaplumbağa, civciv, tavşan, papağan, yengeç, tropik akvaryum canlıları gibi elimizden çeşit çeşit hayvanlar geldi geçti. Evde besleyemeyeceklerimizi de sık sık hayvanat bahçesinde ziyaret edip sevdik. (Habercilik yaptığım dönemde çok emeğimin geçtiği Darıca Hayvanat Bahçesi’nin ailemizde her zaman özel bir yeri vardır.)
Eren görmeden cenazeden kurtulmam lazımdı.
Anlatacağım olay ise; hem evimizi hem kalbimizi açtıklarımız içinde yaşamını tek yitiren Japon balığımız Kamil hakkında... Fanusta gözümüz gibi baktığımız Kamil’i aldıktan 3 hafta sonra suda ters dönmüş bir vaziyette yatarken buldum. Eren görmeden cenazeden kurtulmayı ümit ederken; “Anne, Kamil bugün hep tepetaklak yüzdü. Ben normale çevirdikçe o hep tersine döndü” demez mi? O andan itibaren Eren’e Kamil öldü demeye dilim varmadı bir türlü. Onu üzmeyecek beni de milyonlarca soru yağmurundan (Niye öldü? Ölünce balıklar nereye gider? Az mı yemek verdik?) kurtaracak pratik bir çözüm geldi aklıma.
Anne peki bu su gerçekten nereye gidiyor?
“Eren, Kamil annesini özlemiş denize dönmek istiyor o nedenle öyle yüzüyor” dedim. “Eeee ne yapacağız şimdi?” diye sordu. “Eğer sen izin verirsen annesine evine dönsün” dedim. Önce biraz düşündü sonra da; “Öyle daha mutlu olacaksa gönderelim tamam” dedi. Zavallı Kamil’i itinayla aldım elime gittik banyoya. Eren, “Hadi Kamil, annene git. Ama seni sevdiğimizi hiç unutma” deyip vedalaştıktan sonra elimden bıraktığım balığın üzerine çabucak şifonu çekiverdim. “Anne bu su gerçekten nereye gidiyor?” diye emin olmak için son kez soran Eren’e çok net bir şekilde “Denize gidiyor Kamil, tuvalete bağlı borulardan denize ulaşıp annesine kavuşacak” dedim. Bana bakan pırıl pırıl gözlerinde hiç şüphe yoktu, kolayca inanmıştı Kamil’i denize gönderdiğime...
Kamil’i göndermiştim göndermesine ama sonrasını hiç düşünmemiştim. 2 ay sonra başımıza gelecekleri önceden görebilseydim şüphesiz en baştan doğruyu söylerdim. Bizim söylediklerimizle çocukların algıladıkları, hayal güçlerinde canlandırdıkları aslında o kadar farklı ki, başına gelmeden insan ne yazık ki anlayamıyor işte. Kamil vakasını geride bırakmış hayvan sevgimize kaplumbağamız Leonardo ile devam ederken hiç umulmadık bir olayla karşılaştık. İşten yorgun argın eve bir geldim ki içeri girmek ne mümkün. Bizim daireden gelen feci koku tüm apartmanı sarmış. Yukarı çıktıkça nefes almak bile mümkün değil. Bakıcımız Nurcan’ın “Aslı Hanım, akşam üzeri tuvalet taştı. Banyo kullanılmayacak durumda, tamirciyi bekliyoruz” demesiyle kaynar sular başıma geçti.
Tuvaletteki büyük patlamanın gizemi çözülüyor
Eren’i kaptığım gibi babaannesine geçtik. (Allah’tan aynı apartmanda karşılıklı oturuyorduk o dönem) Biz babaannelerde oturup burun mukozalarımızın kendine gelmesini beklerken tesisatçının işini bitirip gitmesi 22.30’u buldu. Tamircinin elinde tuttuğu torbayı görene kadar bu talihsiz olayın nasıl gerçekleştiğine dair en ufak fikrimiz yoktu. Apartmanı bizzat yapan ve kullandığı malzemelerin kalitesini kanının son damlasına kadar savunan kayınpederim haklıydı. Sema Apartmanı sakinlerinin Vezüv gibi banyomuzda patlayan atıklarının sorumlusu o değil torunu Eren’di. Ustanın elinde tuttuğu torbaya şaşkınlık içinde bakarken ilk gözüme çarpan çiftlik hayvanlarından eşek İyor oldu. Çiftlik hayvanları serimizin 26 karakteri de o torbanın içindeydi. Tuvaleti tıkayıp her şeyin volkan gibi bizim klozetten taşmasının sebebi onlardı. 30 yıllık meslek yaşamında Eren sayesinde bir ilki yaşayan usta, teker teker tüm hayvanları nasıl çıkardığını anlatırken uyuyan yanardağı faaliyete geçirenin denize en son gönderilen eşek İyor olduğunu öğrendik.
Ben onları Kamil gibi denize göndermiştim, demek ki sıkılıp geri gelmişler...
Ezile büzüle yüzlerce kez teşekkür edip tesisatçıyı uğurladıktan sonra dikildim çiftlik hayvanları ile Eren’in karşısına. “Erencim, bunlarda ne? Niçin tuvalete attın? Nasıl yaparsın böyle bir şeyi?” diye arka arkaya döşenirken onun cevabı oldukça kısa ve basitti: “Anne niye kızıyorsun? Ben onları tıpkı Kamil gibi denize gönderdim. Demek ki canları sıkılmış geri gelmişler eve.” Meğer rahmetli Kamil’den sonra Eren aklına geldikçe seçtiği bir çiftlik hayvanını tuvalete atıp üzerine bir güzel şifonu çekerek denize gönderiyormuş da haberimiz yokmuş. İyor’un son noktayı koyduğu bu beklenmedik patlama bana büyük ders oldu. O anda ne kadar zor gelse de gerçeği uygun bir dille anlatmayı, günü kurtarmaya tercih etmek gerektiğini unutulması imkansız bir şekilde tekrar öğrendim. Geçiştirilen uydurma hikayelerin bırakın işe yaramasını sonradan daha büyük zararlara neden olabileceğinin en büyük kanıtıydı yaşadıklarımız.
İletişim kazaları can değil ama itibar alır
Gerçek ne kadar canımızı yaksa da yalan üzerine kurulan iletişim bizi eksiltir, kurulan hassas güven bağını zedeler ve çocukların kafasını karıştırıp yanlışı örnek almalarına neden olur. İletişim kazaları can almaz ama itibarımızı alır. Üstelik üzerinden yıllar geçtikçe gülümseyerek anlatılacak bir anıya da her zaman dönüşmeleri mümkün değildir. Düşünmeden söylenen bir söz, koruma amaçlı yanlış yapılan açıklama, geciken bir cevap ansızın büyük bir fırtınaya dönüşüp kurduğunuz her şeyi yıkabilir. İşte bu tarz iletişim kazalarından kaçınmanın en kolay yolu; dolaysız net olanı doğruyu seçmektir. Unutmayalım ki, zarara neden olan zor sorular değil aslında ona verdiğimiz cevaplardır.
Herkese mutlu bir bayram diliyorum.