Ne yaparsan yap, samimiyetle yap
Ne iş yaparsak yapalım işin içinde samimiyet varsa, en çözülmez iş bile su akar yatağını bulur misali bir şekilde yoluna girer. En azından ben hep buna inandım ve tüm ilişkilerimi bu inanç üzerine kurmaya gayret ettim. Samimiyet derken; açık, net ve dürüst olmaktan bahsediyorum. Net olmak; benim için yapamayacağın şeyin sözünü vermemek, verdiysen de onu yerine getirmek için sonuna kadar gayret göstermek demek. Açıklık ise; işe koyulmadan her şeyi en başta konuşup konunun ana hatlarında hem fikir olmak. Üçüncü maddede yer alan dürüstlük ilk iki noktayı kuvvetlendiren son halka. Tüm bunlara rağmen işler ters gittiğinde de, ki gidebilir hepimiz insanız hata yapabilir, yanlış anlayabiliriz, hata yaptığımızı kabul edip bu sorumluluğu almaktır. Yani dürüst olursak karşı taraf samimiyetimize inandığı için sorun her ne ise çözmek için hem anlayışlı, hem de yardımcı olur.
Ve piyango bana vurdu
Bu konu ile ilgili televizyon haberciliği yaptığım dönemden renkli bir anımı paylaşmak istiyorum. Star Haber Merkezi’nde çalıştığım dönemde rahmetli duayen haberci Ufuk Güldemir ve istihbarat şefim Soner Yalçın’ın elinde büyüyüp piştim. Genellikle de yaşam, hayat haberlerine bakıyordum. Ama yeri geldiğinde cinayet, deprem, derbi ve özel harekat haberlerine de gönderiliyordum. Yani evden çıktığın anda o gün hangi habere gideceğin biraz şansa, biraz da kısmete kalırdı. Fakat siyasi habere pek gitmezdim. Çünkü o tarz haberlere konunun uzmanı siyasi ilişkileri kuvvetli isimler, genellikle de Ankara büro ekibinde çalışanlar giderdi. Şans bu ya; siyaset muhabirimizin yıllık izni Milli Güvenlik Kurulu toplantısının yılda bir kez İstanbul’da yapıldığı güne denk geldi. Ve piyango bana vurdu. Hem de öğlen haberlerine canlı yayın bağlantısıyla... Ne katılacak hava, deniz ve kara kuvvet komutanlarının adlarını, ne de toplantıda gündem maddelerinin ne olduğunu biliyordum.
İçimden bildiğim tüm duaları okuyordum
Başladım araştırmaya... Bir yandan notlar alıp isimleri ezberliyor, bir yanda da bu işi kazasız belasız atlatayım diye içimden bildiğim tüm duaları okuyordum. İstanbul Harp Akademileri Komutanlığı’na vardığımda moralim daha da bozuldu. Diğer tüm kanallar tecrübeli siyaset muhabirlerini göndermişlerdi. Doğal olarak onlar da bana “sen ne alaka” dercesine bakışlar atıyordu. Çünkü benim orada olmak yerine kadınlara yaz için güzellik reçetesi, Darıca Hayvanat Bahçesi’ne gelen Türkiye’nin ilk zürafalarını ya da zabıta ile dilenci operasyonu kovalıyor olmam gerekiyordu. Açıkçası siyaset benim de hiç bulaşmak istemediğim, uzak durduğum bir alandı. Ama bu defa tam göbeğine düşmüştüm. Canlı yayın hazırlıklarına başladık, notlarıma baktım ama olacak gibi değildi. 17 Ağustos depreminde saatlerce arama kurtarmalardan bildiren, hatta Tüpraş’a girip yanan rafineriye 25 metre mesafeden canlı yayın yapan Aslı’nın yanlış bir şey yapacağım diye eli ayağına dolanıyordu.
Haberin kaynağı da açıklanmaz ki...
Gözümü kararttım, orada ilk gördüğüm askere gidip her şeyi anlattım. “Bu işin acemisiyim, siyaset muhabirimiz izinli ve ben burada ne kararlar alınacak, gündem nedir bilmiyorum. Diğerleri bana haber atlatırsa işimden olurum, ne olur yardım et bana.” Samimiyetimin ve ona açık açık durumu itiraf etmemin işe yaraması tek umudumdu. “Sen bekle biraz, ben geleceğim” dedi ve gitti. 5 dakika, 10 dakika geçti, gelmedi. Canlı bağlantı için son saniyeler hızla tükenirken yanında daha rütbeli bir askerle geliverdi kurtarıcım. Bak sana çok özel bir haber vereceğiz ve bunu ilk sen duyuracaksın. Kara Kuvvet Komutanı Atilla Ateş (artık adını hayatımın sonuna kadar unutmam mümkün değil) ve şu anda ismini hatırlayamadığım bir komutanın daha emekli olacağını söyledi. MGK toplantısından sonra açıklanacak en önemli gündem maddesi buymuş. Ben havalara uçtum tabii... Artık subayım, komutanım rütbeleri de bilmiyorum aklıma gelen kıdemleri tek tek sallıyorum, en içten teşekkür ve minnet duygularımla.
Gelelim canlı yayına... Bağlandık, genel bilgilerden sonra geçtim herkesi atlatacağım özel haberime. Karşımda bana istihbaratı veren askerler, yanıma dizilmiş diğer muhabirler verdim özel haberi... Üç, dört kez de üzerine basa basa tekrarladım. Fakat göz ucu ile baktığım askerlerde bir kıpırdanma ve gariplik sezdim. Suratları asılmış, hafif de kızgınlar sanki... Neye takıldılar anlamda veremedim. Haberin kaynağı da açıklanmaz ki, acaba neye bozuldular. Sonra baktım içlerinden biri kağıda bir şeyler yazmış gösteriyor. Aynen şöyle yazıyordu: Paşanın adı: Atilla Ateş. Ham Çökelek’i söyleyen değil.
Komutan diye Atilla Taş’ı emekli diye açıkladım
Samimi olmak işe yaradı yaramasına ama insanın mayasında siyaset olmayınca özel haberin kralı da gelse tek bir çam ile dağları devirmeye işte böyle yetiyor. Aklım o dönem Ham Çökelek şarkısı ile ortalığı inleten Atilla Taş’a gitmiş, sürekli özel haber diye Atilla Ateş paşanın yerine Atilla Taş’ın emekliliğini açıklamışım. Bu kariyerimin son siyaset haberi olurken, 2 hafta da ekran sürgünü cezası yedim o da ayrı... Kasvetli ve can sıkan haberlere aşırı doz maruz kaldığımız bu zorlu günlerde, yüzünüzü az da olsa güldürebilmek için bu anımı sizlerle paylaşmak istedim.
Canlı yayın kazasını bir kenara bırakırsak o zaman keşfettiğim iletişimde samimiyet kuralını iş, aile, eğitim gibi her alanda uygulamaya çalıştım. Çünkü samimiyet, herhangi bir şeye verdiğin değerin bir ölçüsüdür aslında. Bence insan ilişkilerinde samimiyeti kadar vardır. Siz önce yaptıklarınızda, söylediklerinizde samimi olun gerisi kendiliğinden gelecektir.