Ön yargı 101
Netflix’in dördüncü yerli yapımı Aşk 101 kendisinden önce sansasyonları ile gündeme geldi. Dizide gay bir karakter olduğu söylentisi ile RTÜK duruma müdahil oldu ve ‘gözlerinin üzerlerinde' olduğu açıklaması yapıldı. Yüzlerce yorum, hakaret, tehdit havada uçuştu. Ön yargı bununla da bitmedi, dizide LGBT karakter olması ihtimaline takılmayanların büyük bir çoğunluğu ise bu sefer öne “Amannn yerli dizi değil mi işte, Netflix bile Türkiye’de kalitesizliğin prim yaptığını gördü işte onun üzerine oynuyor” argümanını daha doğrusu ön yargısını sundu. Çünkü argüman olması için konunun öznesi hakkında bilgisi bulunan iki kişinin / tarafın karşılıklı teatide bulunması gerekir. Fakat ufak bir ayrıntıya dikkat çekiyorum bu “gömme” işlemi dizi daha yayınlanmadan başladı.
İtiraf etmem gerekirse ben de diziye ön yargı ile yaklaştım. Benim ön yargım ise kanaatimce içi tamamen boş bir olgu olan “aşk” konusunaydı. Çok sağlam giden bir filmde, dizide işin içine aşk meşk girdiği zaman temponun düşüşü, klişelerin ayyuka çıkışı gibi meseleler yüzünden ve gerçek hayattaki tecrübeler sebebi ile ekranlarda aşk meşk olaylarına mesafeliyim. Bu konuda favorim; Kiefer Shutterland’in 24 dizisidir. Görev adamı Jack Bauer aşk meşk dinlemez çünkü.
Ön yargıyı eleştiren bir kişi olarak bu önyargı ile diziye başladım fakat şaşırdım. Neden mi?
Dizimiz 1998 yılında geçiyor. Günümüz ile o yıl arasında flashback'ler aracılığıyla bağlantı kuruyoruz. Dört tane birbirinden sorunlu (olduğu iddia edilen) lise öğrencisi dizimizin merkezi. Okulda yemedikleri nane kalmamış fakat okuldan atılmaları için disiplin kurulunun oy birliğine varması gerekiyor. Her seferinde 3-4 oy farkla yırtan bu canavarlar son vukuatta 1 oy fark ile okulda kalmayı başarıyorlar ve bunun son şans olduğu da bariz. O bir oy sahibinin ise tayini çıkıyor ve onun gitmesi demek bu çetenin son kalesinin de düşmesi demek. Bu yüzden bu öğretmeni okulda tutmak için bir plan devreye giriyor, bu plan ise aşk.
Okuyunca oldukça klişe bir konu gibi geliyor değil mi? Evet oldukça klişe. Fakat her dizi ya da filmden hayatın anlamını verecek derinliği beklemeyi bırakırsak bence biraz daha rahatlar ve keyif alırız, ne dersiniz?
Sekiz bölüm boyunca bu beşlinin (evet aralarına biri daha katılıyor) hem planı uygulamaya, hem de okulun nemrut müdür yardımcısı Bok Nejdet ile mücadelelerini keyifle izliyoruz. Bok Nejdet aslında bir ikon. Gençleri aynı torna tezgahından geçirmeyi amaç edinmiş sistemin yılmaz bir neferi. Okulunu oku “ADAM” ol, memleketine faydalı bir birey ol, yıllarca itiraz etmeden çalış ve öl. Kız öğrenciler için de okulu bitir, hayırlı kısmet bul evlen ve öl versiyonu var bu destansı hayat tasvirinin tabi.
Dizinin kahramanı öğrencilerimiz ise sadece ve sadece “kendileri” olmak istedikleri için aileleri, okul, sistem ile sürekli bir çatışma halindeler. Sürüden ayrı durdukları için serseri, uyumsuz, baş belası gibi birçok sıfat edinmişler. Bu sıfatların ise mezbahada sırasını bekleyen kurbanlarca yakıştırılmış olması bambaşka bir ironi. Sanırım diziden keyif almamın sebebi büyük ölçüde bu mücadele oldu.
Peki, klişenin dibi bu konu nasıl işlenmiş? İlk bölüm oldukça hızlı başlıyor. Karakterlerin bize tanıtıldığı, vukuatlarının gösterildiği bu bölümde tempo oldukça iyi. Olay örgüsünün gelişmesi ve plan ihtiyacı/uygulamasının başlaması ile bu tempo ciddi şekilde düşüyor. Evet yine kendini izlettiriyor ama daha dinamik olmasını beklerdim. Dizi ile ilgili en büyük hayal kırıklığım bu oldu.
Müzikler olağanüstü. Dönemin şarkılarını o dönemi genç olarak yaşayan biri olmam sebebiyle keyifle dinledim. Sahnelere özenle yerleştirilmiş harika şarkılar. Bir iki tanesi o döneme ait olmasa da nazarlık diyelim.
Bir başka detayda oyuncu kadrosu. Çok şükür ki artık 30-35 yaşlarında aktör ya da aktrislerin liseli rolü oynadığı devirleri geride bırakmışız. En ilgi çekici karakterlerden biri olan Osman rolünde Selahattin Paşalı’yı bir başka kaliteli yapım olan Babil’den hatırlıyoruz. Sinan rolündeki Mert Yazıcıoğlu ise ülkemizin ilk e-spor filmi “İyi Oyun”da dikkatimi çekmişti. Arkadaş grubunun kalanını canlandıran Alina Boz, Kubilay Aka ve İpek Filiz Yazıcı da aynı şekilde güzel bir uyum içerisinde. Gizli başroller diyebileceğim, planın objesi olan ikili Pınar Deniz ve Kaan Urgancıoğlu da aynı şekilde bu uyumlu kadroda sırıtmadan hatta pozitif hava katarak rollerinin altından kalkıyorlar.
Genel bir değerlendirme ile AŞK 101 ne bir başyapıt, ne de “izlenmeden gömülecek” kadar kötü bir yapım. Evlerimize kapandığımız bugünlerde bize keyifli birkaç saat geçirtecek bir yapım sadece. Benim gibi dinozorlara “Aaah eski günler” dedirtebilecek, gençlere ise “ulen aşk güzel şeymiş be” dedirterek, o acı ilacı er ya da geç tadacaklarını hatırlatacak bir dizi. Ön yargılarınızı kırıp tarafsız yaklaşmaya çalıştığınızda keyif alacağınızı düşünüyorum. Evet teknik olarak, senaryo olarak, kurgu olarak hataları yok mu? Tabii ki var. Fakat ben bunlara yoğunlaşmak yerine hissettirdiği güzel şeylerden bahsetmeye çalıştım.