Önce ‘İnsan’
İnsan aile terbiyesi, görgüsü, eğitimi, okul hayatı, yüksek öğrenimi, mesleği, ahlaki değerleri, meslek hayatı, tecrübesi, ideolojisi ve vizyonu ile bir karma. Bu karmanın toplumda itibar gören kombinasyonları zaman zaman farklılaşsa da kurumların geleceğini yönetici kombinasyonlar belirliyor.
Devlet de en nihayetinde bir kurum olduğuna göre seçimi yapanın tercihlerinin iktidar olmasına zaten demokrasi diyoruz.
Peki ticari tarafta, seçimleri yapma hakkını tek başına elinde tutan patronajın karması doğru tercih yapmaya uygun mu? Bunu nasıl anlarız?
Şirket yönetmek
Bir şirketin geleceği, karar mekanizmasının vizyonuna göbek bağıyla bağlıdır. Bir şirketin potansiyelini ölçmenin ilk ve ana kriteri entelektüel sermayeye bakış açısını anlamaktır.
Yapılacak bir hata, alınacak bir yanlış karar; bir kurumun yaptığı yatırımın ve çalışanların emeklerinin zayi olmasına neden olabilir. İnsan kaynağı kriteri, karar mekanizmasını oluşturan mekaniğin içindeki diğer tüm faktörlerin önünde gelir, gelmelidir.
Özellikle multinasyonel şirketlerde tepe yönetimce bilgiden ve yeterlilikten yoksun alınan yanlış kararlar, lokal işletmelerin ve çalışanların geleceğine direkt etki eder. Bunun dünyada ve ülkemizde onlarca örneği var.
Tabii şirketlerin entelektüel sermaye vizyonu patronajın tercihleriyle paraleldir. Ülkemizde ne yazık ki şirketin büyüklüğü ne olursa olsun inisiyatif kullanması desteklenmeyen, sadece operasyonel işlemlerin yürütülmesine “aracılık” eden yönetici tipinin genelde tercih edildiğini görüyoruz. Aile şirket kültüründe yönetimin profesyoneller yerine aile bireylerine emanet edilmemesi yönündeki uygulama ve mentalite yeni jenerasyonlara da aktarılıyor. Halbuki patronajın algısının aksine profesyonelleşmek işletmeyi güçlendirecek bir yaklaşımdır ve dünyadaki başarı örnekleri de bu model üzerine kuruludur.
Medyada istisnalar olsa da durum pek farklı değil. Ben bu sisteme genel olarak “mutemet stili yönetim” diyorum. Netice itibariyle herkesin her şeyi bildiğini iddia ettiği bir düzenden bahsediyoruz. Bu kadar bilen olunca asıl bilenin bildiğini de isteyerek unutuyor olması çok garip karşılanmamalı.
Ahkam kesmek...
Bir gazetecinin ya da bir insanın bilgi sahibi ya da uzman olduğu teknik bir konuda eleştiri yapmasını, fikir beyan etmesini anlarım da hiçbir fikri olmadığı, zira konuya ilişkin hiçbir konuşma, sohbet, sözleşme, anlaşma ya da ortamın katılımcısı ya da tarafı olmadığı, olamayacağı halde sanki tüm tarafların olağanüstü yetkili tek temsilciymiş gibi “kati yorum” ya da “derin analiz” yapmasını dikkate değer bulmuyorum.
Bu kusursuz “öz güveni” içinde barındıran ve fütursuzca yorum yapmayı alışkanlık haline getiren arkadaşlara sık sık rastlıyoruz, özellikle son dönemde. Bu ahkam kesen model sayı olarak o kadar çoğaldı ki konunun gerçek uzmanları ya da tarafları değil cevap vermek, açıklamaya yapmaya tenezzül dahi etmiyorlar.
Dediğimiz gibi önce ‘İnsan.’
Tek düşmanımız ise ‘Cehalet.’ Okumuş ya da okumamış cahillerle insanlığın mücadelesi.
Not: Bilgi her zaman altındır, ihtiyaç olursa kendiliğinden dışarı çıkmak isteyebilir. Bunu da akılda tutmakta fayda var.