Sanata susamış bir toplum!
Sanat için yapılan kısa yolculukların hayatımdaki yeri, her zaman çok kıymetli oluyor. Sanatın daha geliştiğini görmek, her yıl daha da katlanarak ilginin artması ve salonlarda neredeyse yer bulamayacak dereceye gelmesi çok sevindirici. Pandeminin etkisinden yavaş yavaş kurtuluyor bir çok insan bence ve soluğu sinema, konser ve tiyatro salonlarında alıyor. Bu hafta sanat dolu takibime birbirinden farklı etkinlikler takıldı. 32. İzmir Kısa Film Festivali ile, hem kısa filme doydum hem de bir İzmir havası almak iyi geldi. 26. Ankara Caz Festivali’nde doyasıya müziğe doydum. Ve harika bir tek kişilik tiyatro oyunu izledim: “N’olacak Bu Yusuf Umut’un Hali”…
Kısa filmler, İzmir’de 23. kez can buldu!
Yıllardır büyük bir keyifle takip ettiğim, kısa film denince aklıma gelen ilk festival olan “İzmir Kısa Film Festivali”ni son iki gününde takip ettim. Adeta rüzgar gibi gelip geçen festivalde bolca kısa film izleyip, kısa film yapımcılarıyla bir araya gelip filmlerine dair konuştuk. Festivalin direktörleri Yusuf Saygı ve Gülen Saygı, yıllardır iletişimde olduğum ve bu festival için ellerinden gelenin fazlasını yapan çok sevdiğim arkadaşlarım oldular. Onların emeği çok bu festivalin büyük bir derecede konuşulur hale gelmesinde. Her yıl İzmir’de heyecanlan beklendiğini bildiğim ve izleyicinin Fransız Kültür Merkezi’ndeki sinema salonunu hınca hınç doldurduğunu bir kez daha hissettiğim festival, harika geçti benim açımdan.İlk günümde Fransız Kültür Merkezi’nde ve Karaca Sineması’nda merak ettiğim kurmaca filmleri takip etme şansı buldum. İkinci gün ise, tekrar Fransız Kültür Merkezi’nde bu kez belgesel, deneysel ve animasyon türündeki kısa filmleri izledim.
Öne çıkan oyunculuk performansları
Daha önce Ankara Film Festivali yazımda da bahsettiğim filmler de bu seçkide yer aldı. İlk kez İzmir Kısa Film Festivali’nde izlediğim kısa filmlerden sizlere bahsetmek istiyorum. Festivalden birçok ödül alan ve Özgürcan Uzunyaşa’nın yönettiği “Cehennem Boş, Tüm Şeytanlar Burada” filmi, beni çok mest eden ve güçlü bulduğum bir yapımdı. Sinemada adeta yeni bir soluk aldığımı hissettiren film; oyuncu olma hayaliyle yapın tutuşan genç bir kızın yaşadığı taciz üzerinden, izleyiciyle adeta gerçeküstü bir algı oyunu oynuyor. Bence cesaret ve risk alarak, sinemacıların yepyeni türleri izleyici karşısına çıkarması ve bunu keyifle izlemek harika bir duygu. Sektörün arka duvarlarında yaşayan tüm çiğlikleri bir tokat gibi suratlara vuran film, gerçekleri bir algı oyunu üzerinden veriyor ve yarattığı özgünlük deniziyle izleyicide bir aydınlanma oluşturuyor. Büyüleyici bir sanat yönetimine sahip olan filmin, aynı zamanda iyi yönetilmiş bir rejisi ve oyunculukları da mevcut. Özellikle başroldeki Öyküsu Özyürek’in umut verici performansı harikaydı, adeta ışık saçıyor etrafına. Turan Haste’nin yönettiği “Rutubet”, bir Anadolu kasabasında zorunlu öğretmenlik görevini yapan İshak’ı merkezine alarak kötülük-masumiyet ve suçluluk girdabı sunuyor izleyene. Filmdeki öğrenci-öğretmen ilişkisi, öğrenciler arasındaki ilişkiler ve bu ilişkiler üzerine kurulan ‘kim yaptı?’ sorgusu çok başarılıydı. Senaryosunun başarısı ve sürprizli sonu da ilgi çekici. Özellikle filmin mekanları ve sanat yönetimi de çok iyiydi. Mücahit Koçak ve Okan Selvi’nin başarılı performanslarının yanı sıra, çocuk oyuncular da oldukça iyiler.
Buse Halaçoğlu’nun yönettiği “Ben ve O“, bir oda içinde bir kadın ve bir adam arasındaki hesaplaşmayı gözler önüne seriyor. Filmi izlerken tüm dikkatlerimiz, iki oyuncu arasındaki diyaloglara ve performanslarına kesiliyor. Özer Arslan ve Burcu Halaçoğlu, muhteşem iki performansa imza atarak karakterlerin psikolojisini güçlü bir şekilde yansıtıyorlar. Karakterler arasındaki gelgitli haller ve dönüşümler özellikle çok başarılıydı. Tabi tek bir oda içerisindeki filmin dinamiğini sağlayan bu iki oyuncuya büyük bir alkış göndermek gerek. Filmdeki belki de tek sıkıntı, belki de bir süre sonra uzadığını hissetmemiz. Ancak finale vardığımızda merak edilenlerin çözüme ulaşması da mutluluk verici. Ali Cabbar’ın yönettiği “Bahçeler Put Kesildi” de aslında, yarım kalmış bir baba oğul ilişkisi üzerinden oğul Yusuf’a odaklanıyor. Bir yandan kaybettiği ve uzun zamandır görmediği babasının değerlerini anlamaya çalışan bir oğul, bir yandan da aç gözlü bir kapital sanayi ve bunlar üzerinden yarım kalmış bir aşk hikayesi. Filmin senaryosu bence uzun metrajlı bir filmi hak eden cinsten, çünkü anlatılması gereken çok detaya sahip bir senaryo. Bundandır ki, daha etkileyici haliyle uzun metraja evrilebilir bu film. Başrolde yer alan Beran Soysal’ın başarılı performansı da filme ayrı bir artı kazandırıyor. Bahri Baykal’ın yönettiği “Seçim”, şaşırtıcı ve bir o kadar düşündürücü hikayesiyle bir başka ilginç bir senaryo olarak karşımıza çıktı. İbrahim Selim’in başarılı performansının yanı sıra, filmdeki ‘acaba böyle mi?, acaba o mu?’ diye sürekli soru sorarken buluyorsunuz kendinizi, bence filmin en etkileyici yanı buydu. Özellikle ev sahnelerindeki başarılı sanat yönetimi de göz ardı edilmemeli.
Belgesel seçkisinde yer alan ve Muhammet Beyazdağ’ın yönettiği “Her Şey Yolunda”, 12 yaşındaki minin Aleyna’ya gözlerimizi fokusluyor. İki kardeşi olan ve köpeği Karius geçim kaynakları olan inekleriyle uğraşan Aleyna’nın hikayesi, izleyicide başka bir ton bırakıyor. Aleyna’nın kendi hayatını bu kadar iyi, heyecanlanmadan ve akıcı bir şekilde anlatabilmesi izleyici olarak sizi etkiliyor. Aleyna’nın köpeği Karius ile kurduğu bağ ve ilişkiyi anlatırken ki anları o kadar tatlydı ki… Uzun zaman sonra bir belgeseli izlerken, bu kadar her anına odaklanma ve nefes alma duygusunu yaşadığım için mutlu oldum. Filmi izlerken Aleyna’nın bir ağabeyi oluverdim ve onunla beraber çıktım o yaylalara, derdini dinledim… Bu his önemliydi. Mahmut Akay’ın “Biz Buradayız” belgeseli, Birleşik Krallık’taki büyük bir nüfusa sahip Türklerin yok olmasına ve farklı meslek dallarındaki insanların yaşamına selam veriyor. Özellikle boks dersi veren kişinim söyledikleri ve sahnesini çok sevdim. Belgesel filmin renkleri ve görüntüleri de oldukça iyi hazırlanmış aslında. Yönetmenin iyi bir gözü var ve bunu izleyicide hissettiriyor. Deniz Telek’in yönettiği “Suyu Bulandıran Kız”, yönetmenin karantina sürecinde köyüne ve kayıplarının izini sürdüğü bir yolculuğa buyur ediyor izleyeni. Huzurlu bir doğaya selam verdiğimiz filmde, tüm natürellikler ve bozkırın her bir zerresi bir arada. Bir izin peşinden konuşulanlar, otya acıkanlar ve kader-coğrafya ilişkisi filmde güzel bir harman içine giriyor. Filmde yer alan müzik de özellikle filme odaklanmak konusunda iyi bir seçim olmuş.
Animasyon seçkisinde yer alan ve Serdar Koçak’ın yönettiği “Devinim”, farkındalık ve farklılıkların bir olduğu güzel bir animasyon olarak karşımıza çıkıyor. Kırmızı adamlar üzerinden hak etmek ve yanlış giden bir şeyleri fark etmek önemli bir anlatım oluş filmde. Ödülü kazanan Önder Menken’in “Oyun” filmi ise, evrende yer alan tüm oyunlarla karanlık gelecek arasında ilginç bir hikaye yakalıyor. 4 dakikada derdini anlatan, çizimleriyle ve hikayesiyle etkileyici bir tat bırakan bir animasyon olduğunu söylemeden geçmemek gerek. Deneysel seçkide yer alan Volkan Güney Eker’in yönettiği “Larva” da 8 yaşındaki Sibel’in sesi oluyor ve izleyeni zorlu bir hikayeye davet ediyor. Dişleri sıka sıka ve bir yerlerimiz kanayarak bir hikaye izliyoruz, etkilenmemek mümkün değil… Hazal Bayar ve Çağıl Saydam’ın “Her Şey Sinirimi Bozuyor” filmi ise, korkutucu ve sinir bozucu yapısıyla hedeflediği zorlayıcı izlemeyi başarıyor. İçimizdeki çığlık hepimizde bambaşka çıkabilir, bir ‘ittirilmiş’ olarak görülen deneysel kısa filmde de bambaşka bir çıkışı olduğuna şahit oluyoruz. Sinir olucu, rahat kaçırıcı ve mide bulandırıcı bir şekilde, adeta bir ‘noir and horror’ filmi olduğunu söylemek mümkün…
Caz müziğe Ankara’da doyduk
Her yıl Ankara’da caz müziğe doyurmayı başaran “Ankara Caz Festivali”, bu yıl keyifle takip ettiğim bir müzik etkinliği oldu. Festivalin lansmanında festivalin tüm detayları anlatıldı ve sonrasında Ahmet Berker Quartet ile eğlenceli bir müzik şovuna daldık. Festivale beni her yıl davet eden sevgili Selin Demiral’a bir kez daha teşekkür edip, geçirdiğim harika bir konser ve şovdan daha bahsetmek istiyorum.
Last Penny Büklüm’de gerçekleşen “Dolce Caz Vokal Grubu” nun harika konserinde nefes aldık! Merve Erdal, Damla Güneş ve Nihan Yılmazer’den oluşan grup, adeta bizi 1900’lü yıllara doğpru ışınladı ve harika ötesi bir nostaljik caz akşamı geçirmemizi sağladı. Caz, latin ve soul müziklerin miksleriyle harika bir müzikal izletişi sunan bu üç tatlı kadın ve orkestra ekibi; Andrews Sisters şarkılarından Django Reinhardt'a kadar geniş repertuarla müziğe doyurdu bizleri. Sahne sürelerinin sonuna geldiklerinde bile grubun sahneden inmesini istemeyen izleyiciler, grubun birkaç şarkı daha sahnede olmasını sağladı. Resmen bitmesini istemediğimiz bu gece için, Ankara Caz Festivali ekibi ve Last Penny’den Mert Şahin’e sonsuz teşekkürler.
Neler oldu sana böyle Yusuf Umut?
Daha önce Ayvalık Film Festivali’nde tanıştığım ve çok sevdiğim Nezaket Erden ve Hakan Emre Ünal çifti, filmlerdeki performanslarından tanıdığım oyunculardan. Daha sonra tiyatro oyunlarıyla da onları keşfedince, sevgim ve saygım bir kat daha arttı. Özellikle Nezaket’i “Sevgili Arsız Ölüm Dirmit” oyunundaki etkileyici performansından sonra ellerim patlayana kadar alkışladım. Aylar sonra tekrar Ayvalık’ta karşılaştığımızda ikili, yeni oyunları “N’Olacak bu Yusuf Umut’un Hali?” ni tiyatroseverlerle buluşturmaya başladıkları belirtti. Ben de oyunu, geçtiğimiz günlerde Ankara Akün Sahnesi’ndeki temsilinde izleme şansı buldum, hem de en önden!
Hakan Emre Ünal, tek kişilik oyununda adeta sahnenin bir ucundan öbür ucuna uçuyor. Nezaket ise bu kez yönetmen olarak arkada. Mütevazı kişiliğiyle tanıdım Hakan, bu kez bambaşka bir adam olarak ve ‘kanka’ diye bağırarak fuayede karşıma çıkıyor. Oyun öncesi herkese selam veren Hakan, Yusuf Umut’un eğlenceli ve bir o kadar fazla sulu halini seyirciye geçiriyor. Sahnede de seyirciyle bağ kuran ve onlara dertleşen Yusuf Umut; annesi, anneannesi ve dedesiyle yaşadığı çıkmazlarla hikayesiyle başlıyor. Daha 15 yaşında başladığı kariyer macerası, aşkları ve yaşadığı tüm acı tatlı maceralar iki saatte sıkılmadan dinletiyor kendini. Adeta su gibi akıp geçen bu vakitte Hakan Emre Ünal, Yusuf Umut’un yaşadıklarını samimi ve sıcak haliyle seyircisiyle paylaşıyor. Minimal dekor, türlü türlü ışık ile gölge oyunları ve harika ötesi bir performansla nefes almak için, Yusuf Umut’un hikayesini kaçırmayın derim…