‘The Room Next Door’: ‘Arka Pencere-Havuz kırması oryantalist illüzyon!’
28 Ağustos-7 Eylül 2024 arasında düzenlenen 81. Venedik Film Festivali’nde “The Room Next Door” Altın Aslan’a ulaştı. Almodovar, ilkokul birinci sınıf seviyesinde İngilizce diyaloglarla Yeşilçam melodramına sürüklenerek kariyerinin en zayıf halkasına imza atıyor.
FİLMİN NOTU: 3.5
15 SENE ÖNCE YAPTIĞININ BAYAT BİR KOPYASI!
Almodovar, “Kırık Kucaklaşmalar”da (“Broken Embraces”, 2009) bir senaristin üzerinden başyapıt seviyesinde bir yaratıcılık dönemi krizi filmine imza atmıştı. “Acı ve Zafer”de (“Pain and Glory”, 2019) bu kez yönetmenlik üzerine kurulu ‘duygusal bir hatırat’ izlemiştik. “Yaban Çilekleri” (“Wild Strawberries”, 1959) kadar iddialı bir yere ulaşmamıştı.
“The Room Next Door”da ise yine benzer bir formülü uyguluyor. Bu kez merkeze iki kadın karakteri yerleştirip New York’un plastik dalları arasında incelikli bir yolculuğa çıkarmak istiyor. Minimalist kareler üzerine kurulu bir yaklaşımla çokça bize tesir eden bir deneyim bu. Ama İngilizce girişten sonra ciddi bir oryantalist anlamsızlıktan çeker hale geliyor.
BETTY MAHMOODY HİSSİ VEREN BİR KAYNAK!
Filmin isminden kaynaklanan illüzyon probleminden hissedilir halde bir ‘röntgencilik’ algısı var. Sigrid Nunez’in 2020’de yazdığı boyutsuz roman ‘What We Are Going Through’dan Hitchcock fetişisti hale getirilmesi iddiasının altını doldurmuyor. Göçmen Betty Mahmoody hissi bırakmakla kalıyor. Oryantalist bir “Arka Pencere” (“Rear Window”, 1954) kafasına kapılıp gidiyor.
Vatandaşı Eduard Grau’nun mevsimsel destek üzerine kurulu hali de fazlasıyla ikonik hale gelemiyor. Anlık parlama ile sınırlı kalabiliyor. Hatta iki oyuncunun bir ‘yabancı’ bakışıyla gözlemine adapte olduğumuz ‘pembe dizi kareler’ine kaykılıyoruz. Bu da fazlasıyla ‘hayali’ duruyor gibi.
‘STRANGE WAY OF LIFE’ YOLUNA SAPMAK YARAMAMIŞ!
“Strange Way of Life”da (2023) yönetmen ciddi bir ‘dil’ problemi çekmişti. Oradaki gülünç hal buraya da yansıyor. Görünürde anlardan oluşan bir yapı var. Pedro Pascal ile yarışıyor. Swinton “The Human Voice”deki (2020) az ses sebebiyle başarılı kısa film dokunuşuna burada ulaşamıyor orası kesin. Ama bütüne zarar veriyor mu, tartışılır. ‘Karizması bile yeter’ dedirtiriyor.
Ama ‘yeniden dirilme sancıları’ niyetine Tilda Swinton-Julianne Moore konuşmaları, buluşmalarıyla aldığı ‘hal’ hiç de ‘boyutlu’ değil. Aksine ciddi anlamda bize tesir eden ‘yan kapı illüzyonu’nun o kadar da dinamik olmaması aslında! Yönetmen çokça seks komedisine imza atmıştı. Burada onu yapmıyor. Ama ‘bilmediği dil’ uçurumuna sürüklenip gidiyor. O denemelerin gülünçlüğüyle kendini rekabete girerken buluyor.
BABY JANE ARANIYOR!
Bu durum karşısında bize de ‘oya gibi işlenme’den ziyade kendi kendinin karikatürü olma hali çıkarıyor çokça. Aslında ciddi anlamda “The Room Next Door”un böylesi bir ‘röntgen’ tezahürü var. Ama iki ana karakter etrafınsa “Baby Jane’e Ne oldu?” (“What Ever Happened to Baby Jane”, 1962) gibi bir tek mekan zekası, ustalığı çıkmıyor. “May December” (2023) tazeliği de…
Aksine İngilizce ve New York kolaycılıklarında kendini kaybeden bir filmle yüzleşiyoruz! Yeşilçam melodramına sürüklenip giden bir yaklaşımın kurbanı oluyoruz. Bu da filmin hedeflerine zarar veriyor. Mevsimler üzerinden de aslında kurulan yapının anlamsızlığı ortaya çıkıyor.
FARHADI VE ALLEN’IN HATASINA DÜŞMÜŞ!
Bir yerden sonra Julianne Moore-Tilda Swinton ikilisinin adeta iki pespaye yaprak niyetine kaybolup gitmesine tanıklık ediyoruz. Almodovar burada ciddi bir Yeşilçam melodramı uçuruma sürüklenip gitmiş! Pembe dizinin tezahürlerine ‘estetiksel devrim’e uğramayı hiç ama hiç tercih etmiyor!
Ama bir yerden sonra Büyük Elma, Woody Allen’ın İspanya, İtalya, Farhadi’nin İspanya deneyimleri gibi ‘tuhaf bir egzotiklik’in ötesine ulaşamıyor! “Hayal ve Görüntü” (“Images”, 1972), “Lucia ve Sex” (“Lucia y El Sexo”, 2001), “Havuz” (“Swimming Pool”, 2003) cesaretini fazlasıyla aratıyor!
‘ARKA PENCERE’-‘HAVUZ’ KIRMASI ORYANTALİST BİR İLLÜZYON!
“The Room Next Door”, bir kayboluş hikayesi. Yansımalardan da çokça besleniyor. Son noktada “Arka Pencere”-“Havuz” kırması oryantalist New York illüzyonu niyetine yaratıcılık dönemi krizi filmi olarak tamamlanıyor.
İzdüşümlerini arayan iki kadının öyküsü, ‘melodramatik’ yapıyı ‘sömürü’ haline getiriyor. Hedef yeniden dirilip uyanan birbirinden bağımsız tiplerin yaşam sancıları ama bu tutmuyor. New York yüzü tembel bir yönetmenlik sebebiyle fazlasıyla egzotik bir düşe dönüşüyor. Almodovar’ın düştüğü bu uçurumun ‘üçüncü dünya ülkesi insanı gezisi’ haline gelmesini anlamak mümkün değil!