Uysallar’la sarsıldım!
En son ne zaman mutluydunuz? Bunu hiç düşündünüz mü? Geçim telaşı almış başını giderken, okula gitmek, işyerinde terfi almak, kredi ödemek, arkadaşlarınızla yarışmak, ailenizi bile görecek vaktinizin olmaması, sistemin içinde oradan oraya savrulup skorunuzu hep üstte tutmaya çalışmak varken bir an, sadece bir an durup “Acaba mutlu muyum?” diye düşündünüz mü? Ya da mutluluk kelimesini hatırlıyor musunuz? İtiraf edelim, çoğumuz unuttuk. Sanki mutluluk lüks tüketim aracına dönüştü. Biz de buna inanıp her söyleneni kabul ettik. Oysa hepimizin 20’li yaşlarımızın başında ne güzel hayalleri vardı. O hayallere ulaşacağımıza olan inancımız bile bizi yıllarca yaşatabilirdi. Peki, biz ne ara mutluluktan, hayallerimizden, kendimizden bu kadar vazgeçtik?
Cumartesi günü Uysallar dizisinin özel gösteriminden çıkıp eve giderken aklımda bu cümleler dönüyordu. Kafamda bir soru işareti bırakmıştı ilk bölüm ve devamını izlemek için can atıyordum. Çarşamba sabahı saatimi kurdum ve 10.00’da Netflix’i açıp televizyonun karşısına oturdum. 2. ve 3’üncü bölüm bittiğinde hayatımın haritasını da çıkarmaya başlamıştım. İzleyiciye kusursuzluğu keşfet derken her karaktere koyduğu defolarla aslında insanın nasıl da kusurlu bir varlık olduğunu yüzümüze vuruyordu Onur Saylak ve Hakan Günday fikri… 4,5,6’ncı bölümü izlediğimde ben de Uysallar’da kusur aramaya başladım. Ne zaman senaryoya, rejiye, oyunculuğa, sanata, müziğe bir şey söylemeye teşebbüs edip not alsam bir sonraki sahne ya da bölüm bana cevap verdi. Kağıtları yırtıp attım.
Onur Saylak’ı kısa film çektiği zamanlardan beri takip ediyorum. Her defasında rejisinin üstüne koyarak ilerliyor. Uysallar’da yarattığı dünyayla da cesur, rahatsız edici, kusursuza yakın bir rejiyle karşımıza çıkmış. Hakan Günday her cümlenin hakkını vermek ne demek göstermiş. Bir cümle mi boşa çıkmaz, ya da bir an sıkılmaz mısın? Hayır sıkılmadık. Çünkü fikir ustaca işlenmiş, senaryo fikri desteklemiş, reji üstüne sarsıcılığı eklemiş, kurgu ritmi oturtmuş, sanat ah sanat, ne desem az kalır, oya gibi işlemiş her sahneyi, müzik olaylardan duygulara geçerken ana sadık kalmamıza şahitlik etmiş, oyuncular karakteri oynamamış, tasarlamış, provasını yapmış, giyinmiş ve bir parçası haline getirmiş. Bir an bile şüphe duymanıza mahal vermemiş. Üstelik sadece bir tanesi değil, hepsi taşın altına fazlasıyla elini sokmuş. Hepsini ayakta alkışlıyorum.
Oktay Uysal’ın (Öner Erkan) kaçış ve “Hayır diyememe bağımlılığı”, Nil’in (Songül Öden) mutsuzluğunu kusursuz görünmeyle örtmeye çalışması, yalanlara sığınması ve sorgulamaya girişi, Ege’nin (Umut Yeşildağ) sisteme verdiği cevap, Olcay’ın (Uğur Yücel) her ne olursa olsun kendi hayatını seçmesi, Berhudar’ın (Haluk Bilginer) deliliğinin altındaki gizli yalnızlığı, Mert’in (İbrahim Selim) paranoyaklığına yüklenen ikiyüzlülüğü, Yağmur’un (Nezaket Erden) plaza hayatının temsilini yapması, Suat’ın (Serkan Altunorak) sistemin avcısı olma rolü, Ece’nin (Nilay Yeral) hepimize tokat attığı masumiyeti, Moloz’un (Durukan Ordu) davasına sadakati, Deniz’lerin (Can Girgin-İmren Şengel) inancı, Sofia’nın (Biljana Jovanovska) erkek otoritesine direnci, Seher’in (Burcu Gölgedar) hak ararken sistemin içinde haksızlık yapışı, Fevzi’nin (Erdem Şenocak) gerçeklerle örülü merhameti, Zehra’nın (Burcu Türünz) erkek otoritesine teslimiyeti, hava kirliliği ve sis göndermesi, politik göndermeleri ve kameraya sabit bakarken verdikleri kusursuz pozla sarsıldım. Durukan Ordu’yu sonunda birisinin kamera karşısında olmaya ikna edişi ve onu izlemek büyük keyifti. Onun için de ayrıca teşekkürler.
Peki, ben size itiraf ediyorum. En son ne zaman mutluydum? İyi bir içerik izlediğimde çok mutlu oluyorum. O nedenle en son Uysallar’ı izlediğimde mutluydum.
Bugün yazı işleri müdürüm Demet Sarova’yla Uysallar’ı yazmışız. İkimiz de bir süredir “Yazmak istemiyorum” hastalığına tutulmuştuk. İkimiz de izler izlemez yazınca “Demek iyi bir içerik elimizi kaşındırıyor” dedik. Sonra da Uysallar’dan bir repliği hatırladık: “Biz daha ölmedik.”