Yalnızlığının farkında mısın?
"Eskiden dünyadaki en kötü şeyin yalnız başına ölmek olduğunu düşünürdüm. Değilmiş. Dünyadaki en kötü şey sana yalnız olduğun hissettiren kişilerin yanında ölmek." Robin Williams
Çok klişe bir söz vardır, mutlaka duymuşsunuzdur; “Her tebessümün ardında derin bir acı vardır”. Robin Williams bana hep bu sözü hatırlatırdı. O kocaman, sıcacık gülümsemesinde hep bir hüzün, bir eksiklik hissederdim. İşte yukarıdaki sözünü okuduğumda boğazıma bir yumruğun oturması bu sebeptendir. Vefat ettiğinde gerçekten ailemden birini kaybetmiş gibi üzüldüm ve baştaki söz üzerine çok çok düşündüm.
Bayağı uzun süredir kafamda olan bir düşünceyi daha da netleştirdi aslında. Ne kadar yalnız olduğumuzun farkında mısınız? Yine bir klişe ile örneklemek gerekirse büyük kalabalıkların içinde yapayalnızız.
Neden yalnızız biraz açayım dilerseniz.
Mesela sizi en iyi tanıdığını düşündüğünüz kişi kim? Anne ve baba demeyin sakın çünkü bireyi en az tanıyanlar kişiler ebeveynleridir. Çocukluğu geride bıraktıktan sonra karakter arkadaş ortamında gelişir. Yaşadığınız olaylar sırasındaki davranışlarınız, refleksleriniz ve tutumlarınız sizi etrafınıza tanıtır. Anne ve baba ise doğduğundan sosyalleştiği zamana kadarki çocuğunu tanır. Örneğin gece yarısı patlayan bir kavgada yanımda dağ gibi duracak mısın, yoksa topukların kıçına çarparak kaçacak mısın bunu sadece arkadaşın olarak ben bilirim ebeveynlerin değil. Çünkü bu tecrübeyi yaşamışızdır. Ya da sana gönül veren birini parası olmadığı için sepetleyip daha zengin ve güçlü birini seçip seçmeyeceğini annen baban değil en yakın arkadaşın ve sepetlediğin kişi bilir. Bu ilişkiler zamanla kurulur, zamanla da yok olur.
Peki biraz iyimser yaklaşalım; yok olmadı, uçup gitmedi o arkadaşlar ya da dostlar mesela, bir ömür yanında. Hatta kimseye nasip olmayacak kadar çoklar senin şansına. Peki yine yalnız olmadığını mı iddia edeceksin?
Mesela kime kendinle kaldığındaki kadar dürüst olabiliyorsun? Tüm hatalarınla, zayıflıklarında karşısında dikilebiliyorsun? Bu soru bana yirmili yaşlarımda sorulduğunda bir avazda bir sürü isim sayardım ve bunu da maharet sayardım. "Oğlum herkese güvenme" diyen babamla sürekli tartışırdım. 46 yaşına geldiğimde ise bu sayı taş çatlasın üç ki bence bu çok çok iyi bir sayı.
Neden peki yalnız olduğumuzu iddia ediyorum. İnsanlar farkında olmadan kötü... Doğası gereği kötü çünkü kendi benliğini her şeyin önünde tutmaya kodlanmış. Çok uç örnekler haricinde can ciğer olduğun kişilerle –anne baban da dahil buna- ufak bir menfaat çatışmasında gerçek yüzler ortaya çıkar. Bu menfaat her zaman maddi olmak zorunda da değildir. Manevi de olabilir. Neticede duyguların en yücesi olduğu iddia edilen AŞK bile bir çıkar ilişkisidir. Sevgiler takas edilir, sev beni seveyim seni. Saçlarını, gözlerini, bakışını, kokunu seveyim. Ama sen de beni seveceksin bozuşuruz yoksa. Bitcoin gibi sanal/soyut bir şeyin ticaretinden başka bir şey değil. Tüm naif duygularınla birine yaklaşıp senin o naifliğine karşı standart hatta kaba bir insan tepkimesi gördüğünde 15. rountta kroşeyi yiyen boksör gibi yıkılıyorsun. Ben hiç geri kalkamadım mesela tüm maçlarımda nakavt oldum.
Her şey yolunda gitti diyelim. Tıpkı her şeyin kusursuz olarak tasarlanıp insanların sıkıntıdan patır patır öldüğü ilk Matrix gibi. Kendinle kaldığında, yastığa başını koyduğunda, kafanın içinde hiç susmayan o ses esas yalnızlığın işte. İki kişilik bir yalnızlık. İnsan tek başına doğar, tek başına büyür ve tek başına ölür. Ailen, sevgilin, eşin, çocukların hiç biri kafanın içindeki sesin yarattığı yalnızlığı yıkamaz. Kimi çeşitli by-pass’larla bu sesi susturur zaman zaman. Ama o hep geri gelir. Bazılarında benimki gibi hiç gitmez. Vücuda girdiğinde asla çıkmayan, kişinin bağışıklığı düştüğü an bir yere saldırarak tekrar ve eskisinden güçlü olarak geri gelen uçuk gibi. Safiye'yi (Masumlar Apartmanı) hiç rahat bırakmayan annesi gibi. Her zaman çıkacak bir delik bulur ve seni can simidi sandığın kalabalıklardan çekip bataklığa alır.
Bu konudaki en güzel mısralarda sanırım Burak Aydos’un şarkısında geçer:
“Yalnızlık benim eski sevgilim,
yalnızlık benim en vefalı yârim.
Ben onu kimler için terk ettim,
O beni bırakmıyor”
Farkındayım bayağı depresif bir yazı oldu ama gerçek bu. Sayılı birkaç istisnayı ayırırsak genelin yaşadığı tam olarak bu. Bu kapandan kurtulmak için kendimize aşklar, arkadaşlıklar icat ediyoruz ama finalde yine şapa oturuyoruz. Bana karamsar diye kızmayın, çok değerli dost İlker Canikligil’in dediği gibi “Kötümserleri sevin, onlar sizin gerçek dostlarınızdır”
Mutlu ve sağlıklı bir hafta dileğiyle.