Ramazan yaklaşırken içim bir hoş olur. Sevinçle özlem kalbimde yer kapma savaşına tutuşurlar. Top patlaması, pide kuyrukları, yemek kokuları, camilerin minarelerindeki şerefelerde yanan ışıklar, iftar, sahur...
Ben en çok sahuru severdim. Gece yarısı kurulan sofralar oyun gibiydi. Çocuk orucu tuttururlardı bize... Öğlen yemeğinde biterdi bizim oruç. Çocuklar sahura kaldırılmazdı. Büyümek için uyumak lazımmış. Uyandırmayacaklar diye hiç uyumazdım. Uyuyor gibi numara yapardım. Uykuyu sevmezdim zaten. Öğle uykularında da herkes uyuyunca kalkar, sokakta uyanmalarını beklerken kendi kendime oynardım.
Gece sahuru beklerken evde tıkırtı duyar duymaz ve ‘an’ı börek kokusu kaplarken doğruca bahçede ‘kastra’nın da içinde olduğu mutfakta alırdım soluğu. ‘Kastra’da ne pişiyor? Balkan göçmenleri bilir ‘kastra’yı... Odunlar yakılır, köz haline gelir ve tepsi közün üstüne oturtulur. Özel yapılmış kenarlıklı kapak kapatılır. Kapağın üstü de közle kaplanır, yavaş yavaş tam kıvamında pişirilir.
‘O kapağın altında ne pişiyor?’ diye hep merak ederdim. Yemekler, tatlılar, ekmekler, börekler her şey... Sakin, sabırla, telaşsız ‘kastra’da pişen beklenirken tatlı tatlı bir telaş alırdı herkesi, ağzımızın suyu akardı. Derken yavaş yavaş komşular gelmeye başlardı. Bizim evde sahurda komşuların gelmediği bir gece hiç olmadı. Kalabalığın lezzeti, muhabbetin sıcaklığıyla sofraya geçilirdi.
Bana sabah diğer çocuklara söylememem tembih edilirdi. Zaten sahurun tek çocuğu bendim. Bunu duyan çocuklar mızıkçılık yapar ama yine de uykuya yenik düşüp kalkamazlar diye büyükler böyle bir yol bulmuştu. İtiraf edeyim söylemezdim, söylemezdim ama söylemek için can atardım.
Gülüş cümbüş yemekler yenir, dualar edilir, oruca niyetlenir, sabah namazı kılınıp yatılırdı. Bunları yazarken o ‘an’dayım, o sahur sofrasında tarif edilemez bir mutlulukla yanımdalar sanki, dokunsam tutacağım. Yerini büyük bir özleme bırakarak dönüyorum yazının başına. AN ne acayip! Yaşarken kıymetini bilmezsen bile ANI olarak sevdiklerini sana getiriyor. Hayat ‘an’lardan ibaret! Şimdi ve burada ‘an’ın içinde olup geçmişi ve geleceği karıştırmadan kıymetini bilelim. Zaten sonra bir koku bir ses, bir sözcük onları bize getirecek... Hem ‘an’ı anlatmakla anıyı anlatmak arasındaki fark sadece uzun bir a değil mi?
Ramazan ve kastra sözcükleri bu akşam göçüp gidenleri, şen kahkahaları, çocukluğu, komşuları getirdi bana... Bu Ramazan ayında sofralarda buluşmasak da sevgimizi, yemeğimizi bölüşecek bir yol bulabiliriz.
‘Kastrada’ki gibi sakin, sabırlı, ölçüsünde, kıvamında yapabiliriz bunu. Bu ‘AN’ı yaşayalım. Güzel ‘ANI’lar kalsın bugünden...