Tahta kapıların kilitlerinin olmadığı, arkasına kocaman kalın uzun bir değnek yerleştirildiği yıllarda daha güvenli, daha samimi, daha sıcak, daha tatlı eserdi rüzgarlar. Rüzgara karşı koşmak ve rüzgarı yakalamaya çalışmak çocukça eğlence kaynağıydı benim için. Rüzgarla, bulutla, güneşle, ağaçlarla konuşurdum. İlkokul öğretmenim fark etmişti şuursuz mutluluğumu... Ne önemlidir hayatımızda özellikle ilkokul öğretmenleri... Benim öğretmenim “Polyanna” derdi bana Polyanna’yı hatırlıyorsunuz değil mi? Eleanor H. Porter’ın yazdığı çocuk romanı... Polyanna tüm kuşaklar için bir iyimserlik timsali. Ve hayatta onun başına ne gelirse gelsin hikayesinde hep umut vardır.
Yaşama sevdamı bırakmadım
Polyanna; mutluluk oyununun temsilcisi... Ben de mutluluk oyunu oynamayı severdim. Herkesi her şeyi severdim. Şimdi buradan bakınca o küçük çocuğun hayatta kalmak, fark edilmek için ne kadar çabaladığını görüyorum. Çaba her şeydir. Kuran-ı Kerim’de bir ayette “Kaderinizi çabanıza bağladık” der. Yunus Emre der ki “Kader gayrete aşıktır.” Asla vazgeçmeden dayanacak, güç alacak şeyler bulmalıyız. Babaannem, izlediğim filmler, okuduğum kitaplar, şahane öğretmenler... Her koşulda çabaladım, yaşama sevdamı bırakmadım. Yaşam oyununda güç kaynaklarımdan biri de Polyanna’ydı. Benim Polyanna’m için ders bitip eve döndüğünde ekmeğe ev yapımı salça sürülür, üstüne zeytinyağı gezdirilirdi. Bahçeden taze soğan söküp afiyetle yerdi. Oh mis, değmeyin keyfime...