Çidem Özer
Sanal ortam diğer bilinen adıyla siber dünya, günümüzde hayatımızın yadsınamayacak bir parçası haline geldi. Gün içerisinde artık akıllı telefonumuza, tablet ya da bilgisayarımıza bakmadan güne merhaba diyemediğimiz gibi, geceleri en son iyi geceler dediğimiz de yine bu cihazların aracılığıyla ulaştığımız platformlar oluyor. Her koşulda bizi ilgilendiren ortak bir nokta bulduğumuz ve dahası kendimizden bir iz bıraktığımız bu dünya, aslında evrendeki her şeyde olduğu şekliyle “sevgi ve nefret”, “savunma ve saldırı” gibi hızla birbirine dönüşebilen zıtlıkları bünyesinde barındırmakta. Siber dünyanın “yin”leri sosyal medya hesaplarının ele geçirilmesi, cihazlarda ve bulutta kayıtlı özel fotoğrafların ve mesajlaşmaların ifşası, anonim ya da sahte hesaplar vasıtasıyla yapılan hakaret içerikli paylaşımlar gibi son derece geniş bir yelpazede karşımıza çıkıyor. Bu eylemlerin birini ya da bir kısmını birlikte içeren ve adını sıklıkla duymaya başladığımız “siber zorbalık” ise bu yazının konusu.
Sanal dünyada bu zorbalar kimler?
Sosyoloji, psikoloji ve hukuk gibi birden çok disiplinin ilgi alanına giren “siber zorbalık” kısaca, bilgi ve iletişim teknolojilerini kullanarak sosyal medya platformlarında, mesajlaşma uygulamalarında, sohbet odalarında, internet bloglarında kendisini savunmaya gücü olmayan bir birey ya da gruba yönelik yapılan kasıtlı saldırgan davranış olarak tanımlanabilir. Eleştiri sınırını aşan hakaret, taciz, iftira, karalama, aşırı ve saldırgan söylemler, sanal kimlik mahiyetindeki hesapların kopyalanması, siber takip, dışlama, etiketleme gibi birçok yöntem ile kişiler siber zorbalığa maruz kalabiliyorlar. Peki, gerçek dünyada “gücüne güvenerek hükmü altında bulunanlara söz hakkı ve davranış özgürlüğü tanımayan kimse” olarak tanımlanan zorbalar ile bu zorbalığa uğrayan insanlar sanal dünyada kimler olabilir? Bu sorunun cevabı biraz karışık: Herkes ya da hiç kimse. Çünkü sanal zorbaların tespiti ile zorbalığa uğrayanlarca kendilerinin zarar gördüklerinin kabulü ve şikâyet süreçleri birçok belirsizlik içermekte. Daha çok genç kesimi hedefleyen bu tip eylemlerde zorbalığı yapanların yaş aralığı hakkında veri bulmak ise oldukça güç. Bu konuda bir diğer önemli husus, siber zorbalığın olumsuz sonuçlarının çok daha gözle görünür, hızlı yayılan ve kalıcı nitelikte olması.
Toplumsal duyarlılık henüz oluşmadı
Çok fazla göz önünde oldukları, bir kesim tarafından idealize edildikleri ya da tersi biçimde değerlendirildikleri için eğlence sektöründe faaliyet gösteren kişiler de siber zorbalığa sıklıkla maruz kalan bir kesimi oluşturuyor. Ülkemizde son dönemde özellikle sosyal medya platformlarında yaşanan olumsuz deneyimler bu kişilerin hayatlarını oldukça kötü bir biçimde etkileyebilmekte. Kişinin itibarının zedelenmesinin haricinde, özel ve mesleki hayatında duygusal ve ekonomik çalkantılarla, hatta yıkımlarla karşılaşması son derece olası. Siber zorbalığa yönelik tutumlara karşı bazı bireysel sesler yükselmekte olsa da, henüz tam anlamıyla toplumsal bir duyarlılığın oluştuğu söylenemez. Burada farklı bir ülkeden örnek vererek yazıya devam etmek istiyorum, örneğim Güney Kore eğlence sektörüne ilişkin.
Siber zorbalık nedeniyle hayatlarına son verdiler
Güney Kore eğlence sektörü K-pop, K-drama ve K-sinema gibi alanlarda popülerliğini ülkenin sınırları dışına taşımış, başta diğer Asya ülkeleri olmak üzere dünya geneline yayılmış durumda. Asya ülkelerinin kültürüne biraz ilgisi olanların bilebileceği gibi, bu ülkelerde gelenekler, ritüeller ve idealler oldukça önemli. Özellikle pop gruplarındaki idoller ile diğer Hallyu yıldızlarına yönelik olarak son derece örgütlü ve keskin çizgileri olan bir hayranlık sistemi söz konusu. Işıltılı ve özenilen bir yaşam tarzına sahip görünen şarkıcılar, sanatçılar ve diğer sektör çalışanları için ise ayın bir de karanlık yüzü mevcut. Söz konusu hayran toplulukları, sohbet odaları ve sosyal medya hesapları üzerinden bu kişilerin sevgili, eş seçimi dahil özel hayatları ile birçok başka alanda söz sahibi ve yönlendirici haline dönüşmüş durumdalar. Yaşatılan yoğun sosyal baskı ile her zaman ideal olanı yapmakla yükümlendirilen idol ve sanatçıların kaygı seviyeleri artmakta, bu kişilerde depresyon ve hatta intihar olguları yaygın bir biçimde görülmekte. 2019 yılı içeresinde bu konuda iki üzücü olay gerçekleşti. Genç nesil K-pop idollerinden Sulli ve Goo Hara, yaklaşık iki ay ara ile yaşadıkları kişisel psikolojik sorunların yanı sıra uğradıkları siber zorbalıklar nedeniyle hayatlarına son verdiler. Belki de zamanında bizzat zorbalığı yapanları dahi sarsan bu durum, Güney Kore’de siber zorbalığa karşı ilk defa kitlesel tepkilerin gösterilmesine imkân tanıdı. Bunun sonucunda Güney Koreli yasa koyucular “Sulli Yasası” olarak adlandırdıkları bir tasarı ile okullarda zorunlu siber zorbalık derslerinin konulmasını düzenlemek istiyorlar.
Medyayla işbirliği yapılmasına ihtiyaç var
Ülkemizdeki durumun bir nebze daha iyi olduğu düşünülebilecek olsa da, Güney Kore’nin tecrübelerinden ders çıkarılmasında fayda var. Şimdilik, belki biraz kültürümüze egemen hızlı kutuplaşma (bir nevi taraftarlık) eğiliminin etkisiyle ve belki de toplumdaki sağduyulu kişilerin hala hatırı sayılır büyüklükte oluşu sayesinde, yıkıcı sosyal baskı tek bir vurucu etkiden uzak ve sosyal zorbaların işleri belki bu nedenlerle daha zor. Ancak yine de bu tarz sarsıcı haberler ile gelecekte de karşılaşmamak adına; toplumsal farkındalıkların, internet okuryazarlığı ile kişilerin yasal haklarına yönelik bilinçlendirme çalışmalarının ve siber zorbalığa maruz bırakılanlar için destek mekanizmalarının artırılması ve işler kılınması gerekmekte. Bu noktadaki olumsuzlukları gidermek için ayrıca bilinçli ve destekleyici ebeveynlere; alanında uzman eğitimci ve akademisyenlere; sosyolog, psikolog, hukukçu gibi meslek gruplarının konuya daha çok eğilmelerine; siyasetçilerle sanatçılar başta olmak üzere toplumda saygı görmüş isimler ve tabii ki medyayla işbirliği yapılmasına ihtiyaç var.
Empatinin altın anahtarı
Son söz olarak, siber zorbalık ile belki de bir başkasının ruhunun ya da bedeninin “görünmez katili” olmamak adına, Goo Hara’nın ölümünden kısa bir süre önce profiline yazdığı gibi “Çevrimiçi ortamlarda yıkıcı bir yorum paylaşmadan önce, lütfen önce kendinize nasıl bir insan olduğunuzu sorabilir misiniz?” İşte bu, erdemli bir davranış olan “empatinin” de altın anahtarı. Zor olsa da, kendimizi duygu ve düşüncede bir başkasının yerine koyabilme yeteneğinin birçok kişilik özelliğinden daha anlamlı ve özel olduğunun farkına varabilsek, her şey daha güzel olmaz mı?
Bu yazı vesilesiyle “dizidoktoru ailesine” siber zorbalığa karşı güçlü bir ses verme duyarlılığı gösterdikleri için kendi adıma teşekkür ediyorum.