Her ne kadar günümüzde akıllı mobil cihazların kullanımı artmış, internetin sonsuz olanakları içinde vaktimizin çoğu sosyal medya faaliyetleri ve etkileşimleriyle geçmekteyse de televizyon hala bir noktada evimizin bir köşesinde varlığını korumaktadır.
Günümüzde belki de evdeki aidiyeti artık çoğunlukla bir aksesuar olarak görülüyorsa da hala hayatımızın olmazsa olmazlarıdır.
Oysa internetin hayatımıza girmediği ve henüz tüm dikkatimizi esir etmediği dönemlerde televizyon hepimiz için çok daha önemliydi. Hatta öyle bir dönem vardı ki, sinema üreticilerinin sadece televizyon için çektiği oldukça iyi televizyon filmlerine yatırım yaptığı bir zaman vardı.
Özellikle hatırlıyorum, 90’ların sonu le 2000’li yılların başında özel televizyonların açılmasıyla birlikte yayın kuşaklarında her kanalın kendisi için özel çektirdiği gayet güzel filmler yer alırdı.
Daha sıcak filmlerdi
Ev ödevleri yapılıp yemekler yendikten sonra oturulur bu filmler seyredilirdi. Büyük çoğunluğu beyaz perdede gösterilen filmler kadar derin hikâyeye ve hatta çoğunlukla sinema için çekilmiş filmlerden daha sıcak, daha samimi bir anlatıma sahiplerdi.
Dünya televizyon yayıncılığında (özellikle İngiltere bu konuda hala çok etkin) bu geleneğin hala sürdüğünü söyleyebilirim. Üstelik artık teknolojik imkanlar öyle bir noktaya geldi ki televizyon için çekilen filmlerden bile sinematik bir tat almak çok daha mümkün.
Ancak Türkiye’de bu üretimin tarihe karşımasının bir nedeni var elbette; televizyon filmi çekmek için kullanılan teknoloji ile uzun metrajlı sinema filmi çekmek için kullanılan teknolojinin eşitlenmiş olması film üreticilerini yönünü de haliyle sinema salonlarına çevirmiş oldu.
Dünyada film yapımcıları bu fırsatı hem sinema, hem televizyon üretimleri için hala kullanabiliyorken, Türkiye’deki film üreticileri elinde sinema salonlarında gösterebilecek kalitede bir film varken bunu bir televizyon kanalının yayın kuşağında göstererek onu harcamak istemeyişine sebep oldu. Hatta öyle ki bu film bir televizyon kanalının finansmanı ile çekilmiş olsa bile filmin sinemada gösterilmesi öncelikli bir tercihe dönüştü.
Unutulmuş bazı filmler
Şimdilerde o güzel televizyon filmlerinin yerini, halk bunları istiyor yalanının arkasına sığınarak günümüzün o saçma kadın programları ve her bir bölümde neredeyse tekrar ve tekrar aynı şeyleri işleyerek bölüm sayısını uzattıkça uzatan bir berbatlıktaki yapımların kapladığı bir televizyon yayıncılığının aldığını görmek elbette çok üzücü.
Son zamanlarda çevrimiçi platformların kullanımları artınca televizyon kanalları ve çeşitli yapımcıların da arşivlerini dijital ortamda açmaları için bir neden oldu. Bu vesileyle Türk televizyon yayıncılığının benim için o güzel dönemlerinde çekilen ama günümüzde unutulmuş olan bazı filmlerini bu hafta yeniden hatırlatmak istedim.
Vaktiniz olur da biraz nostalji yaşamak isterseniz şimdiden iyi seyirler dilerim.
Ay, Işığında Saklıdır
Yönetmen: Veli Çelik / Oyuncular: Aydan Şener, Toprak Sergen, Aslı Seçkin, Orhan Günşiray, Göksel Kortay, Alaattin Köseler, Münir Özkul / Süre: 90 dakika
1996 yılında, o zaman interStar logosuna sahip Star TV için özel olarak çekilen; karakterleri, hikayesi, dönemin yıldız oyuncularının performansı ve filmle aynı adı taşıyan, söz ve müziği Demir Demirkan’a ait olan Şebnem Ferah’ın seslendirdiği şarkısı ile de gönüllerde yer eden ve 90’lı yılların underground hayatı ve seksapellik anlayışına dair bir nostalji yaşatan bu televizyon filmi zıt kutupların aşkını kadrajına alan bir yapım.
Filmin baş karakterlerinden Şule bir reklam ajansında üst düzey yönetici olarak çalışmaktadır. Kendi halinde bir yaşantısı olan Şule, bir toplantıda aykırı tavırlarıyla bilinen metin yazarı Uygar ile tanışır.
Birbirlerinden oldukça etkilenen Uygar ve Şule kısa sürede sevgili olurlar. Birbirinin tam zıttı karakterlere sahip olan çift için bu ilişki bir hayli zorlu olur. Şule ne kadar işine bağlı, düzenli biriyse; Uygar da o kadar disiplinsiz ve sorumsuz bir adamdır.
Şule ve Uygar ilişkilerindeki tüm zorluklara rağmen birlikte kalmak için sevgilerinden güç alarak mücadele ederler.
Çatısız Kadınlar
Yönetmen: Mahinur Ergun / Oyuncular: Lale Mansur, Yasemin Alkaya, Feriha Eyüboğlu, Selçuk Yöntem, Feridun Koç / Süre: 90 dakika
Hayatın tek başına bıraktığı, arkadaşlıkları cezaevi günlerine dayanan iki kadın ve onların yaşam mücadeleleri; kandırılmışlıklar, pişmanlıklar, yeni umutlar…
Kadına şiddet temalı dönemin ilk ve en güzel televizyon filmlerinden biri olan, 1998 yılında ATV için özel çekilen Çatısız Kadınlar; birbirine hiç benzemeyen ama üzerlerindeki tüm baskıya rağmen sözlerini söyleyen, tavırlarını koyan iki kadının kesişen yaşamlarını ve dostluklarını anlatıyordu.
Mahinur Ergun’un bir gazete haberinden esinlenerek senaryosunu yazdığı filmde Lale Mansur ve Yasemin Alkaya’nın hayat verdiği karakterlerin incir çekirdeğini doldurmayacak komik kavgaları ve bir o kadar da birbirine bağlılıkları unutulmazdır.
Cezaevinde tanışan bir ex-sekreter ile bir fahişenin ortak kaçış maceralarını anlatan film daha sonra istek üzerine diziye dönüştürülmüş. Filmde oynayan Yasemin Alkaya’nın yerini dizide Zuhal Olcay almış. Lale Mansur ise dizi projesinde de aynı karakteri canlandırmaya devam etmiş.
Geçmiş zaman içinde, zaman zaman bu filme televizyonun gece yayın kuşağında denk gelmişsem de bu filme dair dijital platformlarda henüz bir kayda rastlamadım. İyileştirilmiş bir görüntü kalitesiyle çevrimiçi platformlarda yeniden seyredilmeye açılsa ne de güzel olurdu.
Günaydın İstanbul Kardeş
Yönetmen: Çağan Irmak / Oyuncular: Volkan Severcan, Doğa Rutkay, Güler Ökten, Goncagül Sunar, Esra Akkaya, Dilaver Uyanık, Aktan Doğrar, Ayhan Kavas, Mürşid Bağ, Ülkü Ülker, Mustafa Turan, Özlem İpek, Remzi Evren, Teoman Mermutlu, Sevda Aktolga, Yonca Cevher, Beste Sönmezocak, Levent Sülün, Yalçın Bulut, Defne Şener, İlter Genay, Diğba Ener, Ali Çoban, Feriha Eyüpoğlu, Aslı Ciğeroğlu / Süre: 80 dakika
Çağan Irmak’ın hem senaryosunu yazdığı hem de yönettiği, 1998 yapımı bir televizyon filmi olan Günaydın İstanbul Kardeş; bir radyo programcısı ile onun yayınlarını yakından takip eden bir kadının bir banka soygunu vesilesiyle tanışmalarını anlatıyor.
Gerçek hayatta iki kelimeyi bir araya getiremeyecek kadar çekingen olan ama radyoda D.J.’lik yaparak geçimini kazanan Alican radyodaki sabah programlarıyla tüm şehrin kalbine akarken onun dinleyicilerinden biri olan Sadenaz adlı bir banka memuru da hiç tanımadığı bu adama hayranlık ve aşkın birbirine karıştığı bir haleti ruhiye içindedir.
Bir gün yine Sadenaz programı dinlerken bir grup soyguncu bankayı basar. Bunun üzerine Sadenaz bu radyo programına bağlanarak Alican’dan yardım ister. Bu olay vesilesiyle tanışan ama sonrasında birbirlerine sırılsıklam âşık olan ikili duygularını birbirlerine açmakta da zorlanırlar.
Programda tüm şehre pozitif enerji yükleyen Alican’ın bir derdi de hiç görmediği babasıdır.
Babasıyla hiç tanışmamış ve kim olduğunu bilmeyen Alican, soygun vesilesiyle tanıştığı Sadenaz ile beraber doğduğu köye gider ve babasının mektubunu bulur. Böylelikle Alican’ın kendisinin dahi bilmediği şeyler olduğunu anlar.
Size şunu söyleyebilirim ki, seyretmeye başlayan kişiyi film bittikten sonra bambaşka bir kişiye dönüştüren bu film antidepresan etkisiyle insanda bir yaşama sevinci, yeniden âşık olma isteği gibi insanın içini kıpır kıpır eden sımsıcak bir duyguyla ortada bırakıyor.
Düşük bütçeli bir televizyon filmi olması nedeniyle teknik olarak çok göz doldurmasa da samimi hikayesi ve karakterlerinin hem duygusal hem komik hem de heyecanlı yönleri ile insanı mucizelere inandıran film zamanında hayatımızda önemli bir yeri olan radyonun etkisini bize yeniden hatırlatıyor. Ayrıca İstanbul’un 90’lı yıllardaki görüntülerini şimdi yeniden izlemek de cabası.
Muhallebicinin Oğlu
Yönetmen: Cemal Şan / Oyuncular: Fikret Kuşkan, Yasemin Alkaya, Binnur Kaya, Levent Yılmaz, Ayben Erman, Veysel Diker, Necdet Kökeş, Zafer Önen, Muhlis Asan, Atalay Sezgin, Kerem Alışık, Teoman Mermutlu / Süre: 85 dakika
Küçükken her erkeğin mutlaka öyle uzaktan platonik bir şekilde âşık olduğu ya mahalleden bir komşu ablası ya okuldan öğretmeni ya da ne bileyim ablasının bir arkadaşı olmuştur illa ki.
İşte 2000 yılının başında ATV için özel çekilen Muhallebicinin Oğlu adlı bu televizyon filmi de masum bir çocukluk aşkı olarak başlayan Suat’ın hikayesini anlatıyor.
Bir televizyon filmi diyerek belki de küçümseyeceğiniz böylesi bir filmde Fikret Kuşkan Suat’ın aşkını, kederini, sevincini seyirciye o kadar güzel aktarıyor ki adeta karakteri yaşatıyor. İyi bir senaryonun harika oyunculuklarla birleştiği az bilinen filmlerden.
Tutku ve yok olma üzerine kurulu soluksuz izleyeceğiniz filmi özetlemek gerekirse; çocukluğundan beri tutkuyla bağlı olduğu, kendisinden yaşça büyük olan mahallenin en güzel kızı Alev ile, ona hayran olan Suat’ın hikayesi anlatılıyor.
Mahalle delikanlılarının peşinden koştuğu Alev kendisinden çok yaşlı ve zengin bir adamla annesinin baskısı sonucu evlenip mahalleden ayrılır. Ancak küçük Suat onu hiç unutamaz. Yıllar sonra kocası ölen Alev annesiyle birlikte mahalledeki eski evine yeniden taşınır.
Suat büyümüştür ve babasıyla birlikte muhallebicide çalışmaktadır. Üstelik zengin bir müteahhittin kızıyla nişanlanmıştır. Küçüklüğünün tutkusu Alev’i yeniden görünce ona olan hayranlığı yeniden harlanır.
Yasak Sokaklar
Yönetmen: Kaya Ererez / Oyuncular: Emrah İpek, Seren Serengil, Saruhan Ünel, Hakan Akçin, Beliz İnal, Hüseyin İlker, Ahmet Başımoğlu / Süre: 90 dakika
1993 yapımı bir televizyon filmi olan Yasak Sokaklar, zengin ve fakirlerin henüz rezidanslar ve güvenlikli sitelerle birbirlerinden ayrılmayıp iç içe yaşadıkları o 90’lı yılları bize yeniden hatırlatacak türden filmlerden.
Derinlemesine bir seyir analizi yapıldığında absürt denebilecek çekimleriyle gülümsemenize neden olan, Emrah ve Seren Serengil’in başrolünü paylaştıkları; yerli bir “Romeo ve Juliet” ya da “Batı Yakası Hikayesi” tadındaki bu film fakir bir araba tamircisi ile zengin bir kızın imkânsız aşkını anlatıyor.
Dev apartmanlar ve villalarla, bunların gölgesinde kalmış salaş yapıların oluşturduğu çarpık bir muhit ve birbirine düşman iki gençlik grubu…
Bir yanda zengin, şımarık ve sınır tanımaz zengin kesim gençliği, diğer yanda ekonomik sıkıntının baskısı altında kimlik arayan hırçın bir gençlik grubu ve bu kargaşa içinde filizlenen bir gençlik aşkı.
Baloda karşılaşan Emrah ve Seren’in arasında meydana gelen duygusal çekim, Serenin ağabeyinin araya girmesiyle bozulur. Fakir takımının çete başı Saruhan’ın kışkırtması sonucu iki taraf kavgaya karar verir. Kavga şartlarının konuşulduğu toplantıda Emrah, tarafların silah kullanmaması ve kavganın yumruk yumruğa olması gerektiğini savunur. Sonrasında olaylar arapsaçına döner.