Entrika’nın kelime anlamına baktığımızda “Bir işi sağlamak veya bozmak için girişilen çalışma, oyun, dolap, düzen, dalavere, desise, hile” olarak karşımıza çıkıveriyor. Peki, bu entrika düzenini kurmak mı yoksa entrika çevirirken bir yandan da kendine hayran bırakarak “Vay be!” dedirtmek mi daha zor?
Aslında her ikisini de bir dengede tutmak ve işin içinden tereyağından çekilen kıl gibi sıyrılmak herkesin harcı değil. Dizilerdeki entrika kraliçelerinin her birini ele alırsak yazının sonu gelmez. Ancak kibar kibar bu işi çözen ve her biri kendi tahtında oturan üç karaktere de tacını bir törenle teslim etmek gerekir diye düşünüyorum. Eh başlıktan da belli olduğu üzere bu üç kraliçe: Ufak Tefek Cinayetler’den Merve Aksak, Yasak Elma’dan Ender Çelebi ve Şa-hi-ka.
Peki, bu kraliçeleri diğerlerinden ayıran önemli fark neydi? Tabii ki, seçtikleri hedefin başına bir şey geleceğine dair yaptıkları ufak uyarılardı. Bu uyarılar kimi zaman bir tatlı, kimi zaman etrafta dolaşan bir kardeş ya da kuzu postuna bürünmüş bir kurt idi.
İlk olarak Merve Aksak’ı ele aldığımızda ne yalan söyleyelim yaptığı her harekete içten içe hayran olmamak, insanları en zayıf noktasından yakalamak ve tahtını korumak yolunda attığı emin adımları takip etme isteğini durdurmak pek kolay olmadı. Bir bakışta gözleriyle insanları X-Ray’den geçiren kraliçemiz, açıkları ve zaafları o kadar kolay yakalıyordu ki, onun tebaası olmamak söz konusu bile sayılamıyordu.
Kendi varlığını sorgulatacak herkese uyguladığı reçete birbirinden çok farklıydı. Kimini manipüle ederek, kimini birbirine düşürerek yapıyordu bunu ve her seferinde karşımızda Merve Aksak’ın olduğunu bizleri şöyle bir sarsarak hatırlatıyordu. Merve, düşmanlarına karşı “Ayağını denk al” uyarısını nazik bir şekilde frambuazlı cheesecake’i ile yapıyordu. Bir hatırlayalım, eline bu tatlı ulaşıp da hezeyana uğramayan var mıydı?
Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı olduğu gibi her kraliçenin kendisine çizdiği yol da farklıydı. Hedefine karşı dişlerini ta en başında göstermekten çekinmeyen, dipçik gibi sapasağlam karşısında duran biri vardı. Bu gözü kara, adının söylendiği yerde bile saygı duruşuna geçilen isim Ender Çelebi’den başkası olamazdı.
O, diğer kraliçelerimizin aksine belki de en yırtıcı olanıydı ancak üstünü başını kirletmekten hoşlandığı da pek söylenemezdi. Bu yüzden önce hedefinin karşısına dikilir, açık açık başına geleceği hiç acımadan uyarısını yapardı, eh bu da bir bakıma insaflı olduğunu gösteriyordu.
Gel gelelim söyledikleri dikkate alınmadığında, tek kaşını kaldırıp, yüzük ve baş parmağını birleştirdiği anda gerekli entrika voltranını oluşturuyor ve planını takır takır işleme koyuyordu.
İntikamını soğuk servis etmek onun için gerçekten önemliydi. Spatula yerine kullandığı kişileri devreye sokarak ellerini hiç kirletmeden bir güzel servisini yapıveriyordu ve en sonunda kendisine usulen “afiyet olsun” demek düşüyordu. Ender’in bu nefis sunumunun davetini de elbette kardeşi Caner hazırlıyordu. Bu da onun bir davet yöntemiydi.
Caner’in etrafta dolaşıp da başına bir iş açmadığı kişi hiç görülmüş müydü? Tıpkı Ender gibi tek kaşımızı kaldırıp, sesimizi hafif çatallaştırıp cevap veriyoruz, no no no!
Hedefinin açığını, ona karşı kullanacağı kozu bebeksi ve o masum yüzüne aldanılacak Caner’le öyle bir çözüyordu ki, her şey olup bittiğinde tüm endamıyla salınarak imzasını atıyor ve ona sadece “ba-bay canım!” demek düşüyordu. Tıpkı, Leyla’ya kurduğu kumpas gibi...
Bir başka isim daha var ki, “düşman başına” derken bile kendimize “Bu kadar kötü olabilir miyim?” sorunu sormamıza sebep oluyor. “Dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın” düşüncesini düstur edinen Şa-hi-ka, üzerindeki gücünü kaybettiğinde ya da ona sorun çıkaran kişiler için kendince daha hızlı yoldan çözüm düşünen bir kraliçe... Evet, cevabı duyar gibiyiz? Doğru bildiniz, zehirlemek!
Tabii ki bu durumu tasvip etmiyoruz ancak biraz daha pratik ve beklemeyi sevmeyen yapısı onu diğerlerinden bu bağlamda ayırıyor. Kendisine takılmış olan “yılan” lakabının hakkını verircesine bir adım önden giderek bir anda atağa geçiyor ve şah mat!
Dalını kıranın ağacını kökünden söken Şa-hi-ka, bu noktaya gelmeden önce kullandığı başka bir silahı olan masumiyeti de iyi niyet göstergesi olarak kullanmaktan çekinmiyordu. Aslında buna silah demek yerine nezaketen yaptığı ufak bir gösteri olarak belirtebiliriz. Hafızamızın “Yasak Elma” etiketli çekmecesini bir kez daha açıp, birazcık içini karıştırdığımızda Nadir’e o hazin sonu hazırlamadan önce de masum tarafını nasıl da gösterip, her şeyini elinden çekip almıştı?
Herkes hedefine hemen illa ki hoyrat davranacak diye bir kaide yok demek ki, işin sırrı nezaketle de bu işi yürütebilmekte. Eh arada biraz sesler yükselebilir “Salon kadını çizgilerinden bir anda kayıverirler” belki ama yaptıkları entrikalar ve tatlı uyarılar incilerini dökmez. Eh ne diyelim, törenimiz burada sona erdi, kraliçelerimizi tahtlarına yeniden bekliyoruz.