Farklı projem var neyleyim, derdim kime söyleyim?
Türkiye’de neden hep aynı türde diziler, benzer hikayeler yapılıyor? Sektörde olan herkesin sık karşılaştığı bir soru bu. Yüzlerce kez bana da soruldu. Adeta klasikleşen, gelenekselleşen bu soruyu yeniden tartışmaya açalım.
Bu soruya verilen ilk tahmini cevap “Senaristlerimiz yaratıcı değil” oluyor. İkinci cevap ise “Biz ülke olarak yaratıcı değiliz, genelde taklit ediyoruz.”
Bu durumun nedeni ne senaristler, ne yapımcılar, ne de kanal yöneticileri tek başına. Hepsi.
Benim de başıma çok geldi. Bir yapımcıyla ya da kanal yöneticisi ile karşı karşıya geldiğimizde ne tür bir proje istiyorsunuz sorusuna “Farklı bir proje istiyorum” cevabını sık duyarız. Mesela örnek ver dediğimizde ise ya cevabı yoktur, ya da tutmuş bir işten örnek verir. Emin olun örnek verdiği işi yapılmadan önce o kişiye götürmüş olsaydınız hayır cevabını alırdınız. Bunun çokça örneği var.
“Farklı bir proje istiyorum ama daha önce yapılmışları yapacağım!”
Sektörümüzün davranışını şu slogan çok iyi özetler: “Farklı bir proje istiyorum ama daha önce yapılmışları yapacağım!”
Bir yazar görece farklı bir projeyi yapımcılara veya kanal yöneticilerine sunar. Riskli bulunduğu için onu satamaz. En iyisi tercih edilen hikayelere döneyim der ve süreç bu şekilde devam eder. Yapımcı başarı için farklı bir şey yapmak ister ama kanal yöneticisine satamayınca o da eskilere döner. Kanal yöneticisi “Farklı istiyorum” der ama riski göze alamadığı için projeyi başlatsa bile bir yerinde vazgeçer. Bu döngü sürüp gider. Kullanılmayan organ giderek yok olmaya yüz tutar. İçimizdeki farklı deneme mekanizması zaman içinde yok olmaya başlıyor.
Peki, neden kimse cesaret edemiyor? Ekonomik kriz dönemlerinde reklam gelirleri düşer. Ekonomi toparlansa bile o gelirler eski haline dönmez. Kanal gelir gider dengesini sağlayabilmek için daha ilk bölümden yüksek reytingle başlamak ister. İkinci bölümde de istediği reytingi alamazsa kaldıralım demeye başlar. 3. bölüm reytingini gördüğü sabah saatlerinde yapımcıya telefon gelir. 4. bölümden sonra çekmeyelim. İşte 4 bölümlük diziler mezarlığı böyle olur.
Şöyle düşünün. Çok farklı bir mutfağı olan restoran açmak istiyorsunuz. Ama daha ilk ay çok para kazanmazsanız kapatmak zorundasınız. Bu riske girer misiniz? Böyle bir durumunuz varsa dönerci açmak en iyisidir.
İşte bizim sektör de sürekli dönerci açmayı tercih ediyor. “Biri dünya mutfağı açıp çok para kazanırsa biz de yanına bir tane açarız” stratejisi.
Bu beklenti olduğu sürece farklı proje beklemek de hayal oluyor işte.
Bir dizinin aylar süren hazırlığı var. Eğer 4 bölümde kalkan dizi yaparsanız çok büyük bir zaman ve para kaybı bu. Kimse böyle bir riske girmek istemiyor. Senarist batan iş yaparsa bir daha iş yapamayacağından, yapımcı kanalla ilişkilerinin bozulacağından, kanal yöneticisi de koltuğunu kaybedeceğinden çekiniyor. Zaten kanal yöneticileri arasında sürekli bir sirkülasyon var. Çoğu uzun yıllar kalacağından emin olamadığı için uzun vadeli planlar yapamıyor. Siz bir kanalla 1 yıl hazırlığı sürecek projede anlaştığınızda, yayına gireceğiniz gelecek sezonda onun hala yönetici olup olmayacağının garantisi yok mesela.
Neden riskli görülüyor? Ah şu panelimiz, panellerimiz
Reytingin ölçüldüğü deneklerin oluşturduğu bir panelimiz var. Herkes bu panelin beklentilerini, beğenilerini çözmeye çalışıyor. Mutlaka aşk olacak, yakışıklı abiler, güzel kadınlar arz-ı endam edecekler. Aile hikayeleri de çok tutuyor. Jönümüz sadece yakışıklı değil aynı zamanda cesur, aşk için ölümü göze alan, hiç hata yapmayan, mükemmel biri olacak. Kar beyazı kadar masum kızımız ise, kendini aşkına ve sonunda mutlu bir evliliğe dönüştürecek o kutsal sona dair hayaller kuracak.
Bir de bizim panelimiz zengin hayatlar, gösterişli evler, pahalı arabalar sever. Yoksul birini anlatıyorsak birinci bölümün sonuna gelmeden zengin hayata geçiş yapacak ya da bir zenginle aşk beklentisine girecek.
İşte bizim uzun yıllar süren deneyimlerimizden çıkardığımız panel fotoğrafı bu.
Riske gitmek istemeyen bu fotoğrafa uygun işler yapmak zorunda.
Gerçekten de yukarıda anlattığım fotoğrafa uygun birçok dizi iyi reytingler aldı. Hatta bu diziler dünyada da iş yaptı. Ama unutmamak gerekir ki, bu formüle uygun birçok iş de battı. Batan işlerin gerekçesi olarak farklı sebepler arandı. Ayrıca başka türlerde iş yapmak mutlaka tutmayacağı anlamına gelmez.
Olay tamamen duygusal
Bizim toplum rasyonel değil, duygusal bir toplum. O nedenle de duygu odaklı. Onu bir duyguya kaptıramazsanız “Yeşilçam tadında” dediğiniz işler bile batar. Nitekim batıyor da. Zenginle yoksulu, yakışıklı ile güzeli yan yana getirmek yetmiyor. Onların yakıştırılması, uyumu da önemli. Çok tuttuğu için bizi şaşırtan birçok işin büyüsü de burada. Düşük bütçe olsun diye iki tane az tanınmış oyuncuyu yan yana getirirsiniz ortalığı yakıp yıkar. Çünkü seyirci onları yakıştırır ve bu aşka inanır.
Duygusal olduğumuz için gerçekçilik değil, inandırıcılık önemlidir bizim seyircimizde. İnandırmayı başarırsanız her tür hikayeyi izler.
1980’li yıllarda internetten, bilgisayardan, akıllı televizyonlardan bihaber seyirci Uzay Yolu, Logan’ın Kaçışı, Bourne Kimliği, Kaçak (Dr. Kimble), Ziyaretçiler, Kara Şimşek, A Takımı gibi farklı türlerde dizilerin takipçisi oldular. Evet, o zaman tek kanallıydı alternatif yoktu mecbur izliyorlardı diyebilirsiniz. İşte anlatmak istediğim tam da bu. Nefret ederek değil severek izliyorlardı. İnsanların önüne sunup, sevmeleri için vakit tanırsanız severler. TRT o zaman Uzay Yolu’nu koyup ilk bölümde çok sevilmedi deyip kaldırsaydı böyle bir efsane olmazdı.
İlk bölümde tutması garanti değil kabul edeyim ama bu iş tutmaz demeyin!
Farklı projeler hiç mi tutmaz?
Tutar tabi. Mesela geçen sezonun en çok reyting alan dizisi bir otistik doktorun hikayesiydi. Yakışıklı olduğu için değil, yetenekli olduğu için bir jön seçildi. “Her genç kızın hayali, beyaz atlı bir prens” olmayan bir karakterin etrafında geçiyordu hikaye. Herkesi şaşırtan bir reyting başarısı kazandı.
Peki, bu nasıl oldu derseniz? Good Doctor isimli bir Kore dizisiydi. Uyarlama dizilerde çok başarılı olan MF Yapım projeyi yapıyordu. Risk en aza indirilmişti. Bu bir Kore uyarlaması olmasaydı yapılma ihtimali bana göre sıfırdı. Hekimoğlu, Kadın, Japon draması Anne vb. için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
İşte cesaret edilip arkasında durulduğunda başarılı olan türler tartışmasız hemen arka arkaya gelir. Ondan önce sayfalarca risk listesi yapanlar hemen unutur söylediklerini ve tutmaz denilen, siz daha kendinize gelemeden bir anda trend olur. Bu da bizim yoğurt yiyiş tarzımız.
Mesleğe yeni başlayanların yaşları daha genç olduğundan ilk işleri genelde gençlik dizisi olur. Ben de gündeme getirdiğimde gençler dizi izlemiyor yanıtını alıyordum. İyi de gençler için dizi yapmıyorsunuz ki izlesinler? Kavak Yelleri de bu trendi başlatan örnek oldu. Yazlık dizi diye planlanıp 3 sezon sürdü.
Geçmişe gidersek Asmalı Konak bu türden trend oluşturmuş işlerden biridir. Ardından defalarca benzerleri yapılmıştır ve hala yapılmaktadır. Dönem dizisi önerince hemen çok pahalı olur deyip reddedildiğimiz günlerin birinde büyük riskler alınarak yapılan Muhteşem Yüzyıl bambaşka bir başarı hikayesi yazmıştır. Yine Öyle Bir Geçer Zaman Ki de dönem ve anlatım açısından örnek verilebilir.
Kurtlar Vadisi de kendi türünde trend yaratmış, yıllarca sürmüş bir farklı denemedir.
Örnekler çoğaltılabilir. Uzay Yolu’nu izlemiş bir ülkenin çocukları başka türlerde diziler de izler. Yeter ki dünyasını iyi kurun, o dünyaya inandırın.
Çuvaldızı kendimize de batıralım biraz. İnandığımız projelere, hikayelere direnmemiz, ısrar etmemiz oldurmaya çalışmamız lazım belki. Uzun menzilli planlar yapamıyoruz, hayat gailesi hayallerimizin üstüne kara bir bulut gibi çöküyor.
Senarist, yönetmen, yapımcı birbirine inanır ve güvenir ise kanal da arkasında durursa yeni başarı hikayeleri yazılacağından hiç kuşkum yok.
Dünyaya en çok dizi satan 2. ülkeyiz. Hadi ne korkuyoruz, biraz daha cesaret!