Eminim bu satırları okuyanların birçoğu çok uzun zamandır içinde tutmaya zorladığı yaratma ve anlatma tutkusuna sahip. Ya zamanın gelmediğini düşünüyor ya da cesaretini toplayamıyor. Oysa muhtaç olduğunuz cesaret size şah damarınız kadar yakın.
İnsanların yaratma tutkusu kafese hapsedilmiş bir kuşu hatırlatır bana. O kuşun özgürleşmesi için sadece kafesin kapısını açmak yeterlidir. Lütfen yaratma tutkunuzu hapsettiğiniz kafesin kapısını açın, hem de hemen şimdi!
Cesaretinizi kırmaya gönüllü çok sayıda insan olduğuna da eminim. Aynı şeyleri çok yaşadım ve hala yaşıyorum da. Genelde iki motivasyonları vardır. Ya kendileri de cesaret edemedikleri için korkularını meşrulaştırmak istiyorlardır, ya da eğer yol aldılarsa bu yolda imtiyazlı durumlarını korumak istiyorlardır. Yani rakip istemiyorlardır.
Aslında mesele çok basit. Eğer her deneyenin sizden daha “başarılı” olabileceğinden korkuyorsanız, kendinize layık gördüğünüz o mertebe ilk gelen dalgayla yıkılacak kumdan bir kaledir. Yok eğer herkesin yapabildiği bir alanda siz hala parıldayabiliyorsanız korkacak bir şey yoktur. Kendi ışığına güvenen başkasının parıltısından korkmaz. Daha çok insanın yapması başarıyı daha da belirgin kılar.
Aslında herkes bir hikaye anlatıcısıdır
Hikaye anlatıcılığı eğitimlerinde sıkça karşılaştığım bir soru, “Yazmak istiyorum ama nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Nasıl başlamalıyım?” Verdiğim cevabın onları cesaretlendirmesini istesem de verdiğim cevap çoğunlukla bir hayal kırıklığı yaratıyor. Ama yazmanın sihirli formülü budur, başlamak!
Sıkça karşılaştığım ikinci soru da hemen arkasından geliyor. “Ne ile başlayacağım?”
Bu sorunun yanıtını iki şekilde veriyorum. Anlatmak istediğin ya da anlatmak zorunda olduğun ne varsa.
Bazen biz bir hikayeyi seçeriz, bazen de hikaye bizi seçer. Karşımıza çıkar ve biz onu anlatmak zorunda kalırız. İçsel ya da dışsal sebeplerle anlatmak zorundayızdır. Bütün üstatların önerisi genelde aynıdır. Nereden başlayacağını bilmiyorsan, en iyi bildiğinden başla!
Eğer en iyi bildiğinizi anlatamıyorsanız, başlamak için zamanınız gelmemiş demektir. Ya da anlatmak istediğiniz başka bir şey vardır. O zaman bunun ne olduğunu bulmanız gerekir önce.
“Yaran neredeyse canın oradadır” diye çok sevdiğim bir söz var. Anlatmak biraz da yaralarımızla ilgilidir. Yaralarımızı anlatmak isteriz, çünkü anlatmak şifalandırır.
Yaralarla yüzleşebilmek insanın hayattaki en büyük sınavlarından biridir. “Aslında başlamak istiyorum ama başlayamıyorum”un da cevabı budur, “Nereden başlayacağımı bilmiyorumun” da.
Yarayı anlatmaya başlamak için yarayla başa çıkabilme, yüzleşebilme cesaretini kendimizde bulmamız gerekir.
Bütün kadim öğretilerin söylediği gibi, soru da cevap da bizde aslında. Kendi sesimizi duymak istediğimizde ne anlatacağımızın cevabı kendiliğinden gelir.
Aramızda çok az insan profesyonel olarak hikaye anlatıcısıdır. Ama hepimiz istisnasız hikaye anlatıcısıyız, bilerek ya da bilmeyerek. Herkesin anlatacak bir hikayesi vardır çünkü herkes bir hikayenin içinde yaşar. Kendi yazdığımız ya da başkalarının bizim için yazdığı bir hikayenin içinde. Hikaye anlatıcılarının yaptığı, içinde yaşadıkları bu hikayeyi dile getirmek sadece.
Bu yazının amacı cesaret vermek ve başlamaya ikna etmek. Eğer korkularınız varsa ve onlara sarılmayı tercih ediyorsanız, bu satırları hiç okumamış gibi davranın.
Cevabınız hayırsa, hadi başlayalım. Beklediğiniz o ‘doğru zaman’ geldi!