Biz gideriz tersine misali dünya Covid illetinden nasibini almış, bazıları aşılanmış, bazıları normale geçmiş, bazıları maskelerini çıkarmışken, bizdeki umutsuzluk iklimi sürüyor. Perişan olduk. Ne Hıdırellez’den umudumuz kaldı ne ruhumuza bahar geldi. Gittikçe normal beklentilerimiz daha da derinlere gömülüyor. İçimiz sıkkın. Büyükşehirlerin hasta sayıları aldı başını gidiyor. Mutlak korkunun veya ruhumuzun bu kadar kasvetli olmasının asıl nedeni aslında belirsizlik. Belirsizlik ve kanıksama. Anneler Günü, bayram ve gelen yaz nedense modumuzu yükseltemiyor. Ne oluyor ve neler olacak bilemedikçe ağzımızda bir laf olsun diye iyilik sağlık demeye devam ediyoruz. Kendimizi, ruh sağlığımızı, içimizde ki depresyonu nasıl tamir edeceğiz. Nerdeyse bir yılı geçti yaşadığımız kabustan artık uyanmak istiyoruz. Her şey çevremizde olup bitiyor. Sağlığımıza şükrediyoruz. Hala kazanabildiğimize şükrediyoruz. Ya savaşanları düşününce. Şimdiye kadar virüse yenilen binlerce ailenin evine düşen ateş. Sağlık çalışanlarının, tedarik zincirinin tüm emekçilerinin, ne olursa olsun durmayan, kapanmayan, kapanamayanların tedirginliğini düşününce.
Bu günleri nasıl atlattığımızı konuşabileceğimiz zamanlara ulaşmak istiyoruz artık. Kimseden korkmadan sarılacağımız, omuz omuza kutlayacağımız zamanlara ulaşmak istiyoruz. Elimizi sürdüğümüz, dokunduğumuz her eşyaya acaba virüslü mü? diye düşünmeden hareket edebilmeyi özlüyoruz. Evine gidebilir miyim? Acaba onu kabul edebilir miyim? diye arkadaşlarımızla bile aramıza giren tedirginlikten kurtulmak istiyoruz. Kepenkleri açılmış önlerine yığılmış mekanlar, dükkanlar, esnaflar görmek istiyoruz. Tam kapanmalarda drone marifetiyle çekilen şehrin bomboş sokakları, köprüleri ve meydanlarının görüntüleri ilk günden beri bende hep kasvet uyandırdı. Bu şehir kalabalık değilken, dokusuz. Gürültüsüz, çirkin. İstanbul nereden bakarsanız bakın içinde kaynayan karmaşasıyla İstanbul. Sokak satıcısıyla, oynayan çocuklarıyla, geç kalanların koşmasıyla, kuyruklarıyla, pazarlarıyla, düğünüyle, cenazesiyle, sireniyle, ezanıyla, paydos zilleriyle, kilise çanlarıyla, bekçi düdüğü ve korna sesiyle İstanbul.
Biz kapandıkça içimize döndük. Mecbur aynaya baktık. Bakınca gördük ki hiçte mutlu değiliz. Bu hali kendi üzerimizde, çocuklarımızın üzerinden, gençlerimizin üzerinden nasıl atacağız ve en önemlisi bu kalan sıkkın tortular bize sonra hangi sendromla geri gelecekler. Hiç içinizi açmadım farkındayım. İnanın içimden umut dolu memleket şiirleri de yazmak geliyor ama sanki biraz daha vakit var. Umutsuz yaşanmıyor. Bekliyor ve biraz daha sabrediyoruz. Antidepresanlarımıza sağlık.
Şükür nedenlerimize sarılmaya devam.
Az kaldı.