Benim gibi 70’lerin ikinci yarısı doğan, 80’lerde çocuk, 90’larda genç olan anne-babalar kendi jenerasyonu içinde nasıl da temiz ve mutlu çocukluklar geçirdiklerini anlatırlar. Benim de kendi hikayem şimdinin çocuklarıyla ister istemez karşılaştırma yapmama neden oluyor. Günümüzde nostaljik olduğu düşünülen aslında üzerinden asır geçmemiş bir yakın tarih. Bugünün çocuk yetiştirme normlarına, geriye dönük bazı prensipler yeniden yerleşiyor olsa da, biz başkaydık demekten kendimizi alamıyoruz. Kendi çocuğum için yazdığım “BENİM ÇOCUKLUĞUMUN HİKAYESİ” iki nesil arasındaki farkları ortaya koyacak. Sizde kendi çocukluğunuzu anlatın onlara. Aranızdaki farkları bulun. Benimkini okurken, kim bilir belki benzer hissedecek bazılarınız, bazılarının ki ise bambaşka renkler taşıyacak.
Sokakta oynamak vardı
İstanbul Yeşilköy’de 3 katlı bir binanın ilk katında dünyaya geldim ben. Ataköy ve Bakırköy’de de oturduk. Anneannem ve dedemle birlikte geniş aile içinde büyüdüm. Miniciktim aklımda kalan anılar arasında, babamın pazar sabahları ekmek gazete almak için markete yürürken her karşılaştığımız insana “Günaydın efendim, iyi sabahlar” demesi var. Şaşkınlıkla “Tanıyor musun baba o kişiyi diye sorardım, hayır kızım” derdi babam da. Sokakta oynamak vardı tabi. En yakın evin kapısında sırayla aynı bardaktan su içerdik. Top, ip, oyuncak, harçlık ya da biraz daha süre istemek için annelerine bağıran çocuklardık. Çoğu mama diye seslenirdi, bende mama derdim. Annem çıkar balkona gülümserdi. Bilmezdim ki farkı, hamursuzu, ramazanı, paskalyayı, aşureyi hepimiz paylaşırdık. Yıllar sonra öğrendim, maviş Rum tatlısıymış meğer. Biz duydum, siz duydum. İçim çok yandı.
Sokak oyunu dedim ya, hem de ne oyun. Asma yaprağı ıslak toprakla sarma yapılır, lahana bebeklere afiyetle yedirildi. Evcilik, renkli istop, saklambaç, şarkıcılık. Lastik bir klasikti, önce birler sonra üçler vardı. Sahi neden iki yoktu lastikte? Diz kapaklarımda koca koca kabuk tutmuş yaralar vardı. Ayakkabılı dört tekerlekli paten vücudumun bir uzvuydu çünkü. Eve girmem ise direk banyoya koyulmam suretiyle gerçekleşiyordu yavru kedi taşır gibi çok değmeden. Leş gibi kararıyorduk sokakta ama evin içi mabet. Bir salon var evde, ama kapısı hep kapalı. İçeriyi görmek, gelecek misafirden ibaret. Büyükler titiz. İlk gençliğimiz daha, nam-ı diğer Dizi Doktoru Oya; 30 yıllık dostum, kardeşim. Salonlarında kat kat bir müzik seti, kasetleri sıra sıra. Tarkan, Soner Arıca, Bendeniz, Sezen, Ajda, dinleyip ağlayacağız ilk aşklarımıza. Elimde bir çekirdek paketi, girdim içeri, “HOP. Annem görmesin, içerde yiyelim sonra geliriz” dedi salona. O salonlarda bir orta sehpa, üzerinde kristal kayık, içinde çeşit çeşit tütün mamulü. Büyükler ikram eder, otobüs, uçak, bayan yanı, çocuk yanı ayrımı yok. Her yerde her daim içilir püf püf. Yine o salonlardaki devasa büfelerdeki cilt cilt Temel Britannica nicemizin dönem ödevinin, yetişiyordu imdadına. Konuyu bulamadın mı? Hayda, Beyazıt büyük kütüphaneye.
Bitmeyen kaygılarla nesiller atlıyor
Mahalle okuluna gittim, baharları yürüdük, kışın üşümeyelim diye servis. Bindiğin ay kadar öderdin, hem de biz çocuklar verirdik zarf içinde parasını şoför amcaya. Öğretmenimizin sınav netinin ortalamasını alan velilerimiz yoktu bizim ama hepimiz iyi yetiştik, donanımlı büyüdük. Büyürken, bir kuzende Commodore 64, dayıda Amiga vardı. Evde bir bayram havası esmişti, iki joystickli Atari alındığında. Bize alınmıştı elbet ama, babamdan pek fırsat kalmıyordu. Sonraları Tetris, daha zenginlerimizde Sega Gameboy.
Sofralar efsane, çorbasız katta, etsiz asla, zeytinyağlısız kurulamazdı. Tamam yumurtayı tavuğun gerisinden direk mutfağa alırdık, yoğurdu evde tutardık ama topitopun, gofretin, jelibomun, tüp çokokremin de dibini görürdük. Hiç rastlamazdım markette muhteviyat okuyan anne-babaya.
Mamafih şimdi olduk 40’larda. Çoğumuzda var bebeler. Bitmeyen kaygılarla nesiller atlıyor. Benim hikayemle, büyüttüğüm çocuğun hikayesi arasında gelin bakalım tesbit ettiğim 7 önemli farka...
Çok kültürlülük Oyun Ev düzeni Sağlık anlayışı Araştırma metotları Okul seçimi TeknolojiSıra sizde şimdi. Bir cesaret yüzleşelim bu farklarla. Mutlak doğrular aramak değil niyetim. Acaba diye sorabilelim yeter kendimize, çok mu zorlaştırıyoruz hayatı yoksa suç değişen 30 yılda mı sadece?