Farklı sosyal ve meslek gruplarından bir çok kişinin “artık yeter” isyanı ile sosyal medyadaki şiddet, zorbalık ve linç durumuna dair müspet yönde bir çözüm adına bir çağrı ile #sanalzorbalıkbitsin ve #klavyençiçekaçsın hareketlerini 4 hafta önce başlattık.
Dün Oya’yı aradım; “Öyle bir yere parmak bastık ki, sanki evren de bizi desteklermiş gibi baksana ardı ardına patlayan olaylara ve gelinen noktaya!” dedim.
Ben sosyal konularda da tüm çözümlerin bilime dayalı, akıl yoluyla, işin uzmanları ile işbirliğinde bir “vaka” gibi hassas yaklaşılarak çözülmesi gerektiğine inananlardanım. Şiddetin hem uygulayan hem maruz kalan tarafları olarak önce psikolojinin konusu olması sebebiyle psikolog ve klinik psikolog gözünden konuya yaklaşımın ardından sosyolojik açıdan ele almak üzere aslında bir sosyolog görüşü ile seriye devam edecektik.
Ardı ardına yaşanan ve bugün “kapatılsın mı kapatılmasın mı” noktasında ciddi tartışma başlanan böyle bir konuda bir es vermek istedim.
Bu diziye başladığımdan beri işinin uzmanı ya da bu şiddete maruz kalan kişilerle görüşmeler yapıyorum. “Cezalandırılsın”, “yasaklansın”, “filtrelensin”, “ceza çözüm değil”, “eğitim ve farkındalıkla çözülsün” vb. gibi onlarca farklı görüş var.
Elbette uzmanlarıyla ortak paydada sağlıklı görüşlere ulaşılacaktır inancındayken, mecraların kapatılmasının siyasi kanatta neredeyse karara bağlanmış gibi konuşulması ne fayda sağlayacak, ya da bu ölçülüp biçilerek verilmiş bir karar mı; orası muamma…
Biz pandemi dönemini en iyi atlatan ülkelerden biriyiz; çünkü kendi de bir doktor olarak, alanında uzman bilim adamları ve doktorlardan oluşan bir ekiple, yani “bilim kurulu” ile birlikte yönetti süreci Sağlık Bakanı sayın Fahrettin Koca… Yani herkes sustu ve işin ekonomik boyutu baskı sağlayana dek bu kadar “ölümcül” bir süreçte konuyu uzmanları yönetti, komuta onlardaydı. Bu sayede işinin ehli insanlara komuta bırakıldığında bunun ölümcül de olsa bir sürece faydasını hep birlikte gördük.
Psikolojik açıdan insan ruhunda ve sosyolojik açıdan toplumsal olarak en az bu virüs kadar tehlikeli olan bir süreç sosyal medyadaki şiddet ve linç… Ne yazık ki bugüne dek siyasi erk tarafından da beslenmiş olan “trol” sistemi bugün gelinen noktayı bir nevi meşrulaştırmış ve belki cesaretlendirmiş olan bir yanı konunun.
“Her bataklık kendi yılanlarını besler. Ve bir gün o yılanlar besleyenleri de sokar” çok sevdiğim bir sözdür. Henüz birkaç hafta önce siyasi olarak birbirinden de farklı iki görüşteki kadına da linç uygulandı sosyal medya üzerinden. Madem bu kadar kesin bir sertlikte tepki vermeyi gerektiren bir durumdu; görüşlerini benimseyelim ya da benimsemeyelim, sevelim ya da sevmeyelim, “Yaradandan ötürü yaratılana hürmet” gereği “insan” ve “kadın” olarak yaklaştığımızda en az Esra Albayrak’a verilen sert tepki kadar tepki gösterilmeliydi Meral Akşener ve Başak Demirtaş’a yapılan sosyal medya linçlerine de… Siyasi görüşleri bir tarafa bıraktığımızda o kadar önemli ve kıymetli bir ortak paydada buluşuyorlar ki, çünkü önce insan, kadın ve anne üçü de… Her üçüne yapılanlar için de aynı vahamet duygusuyla yaklaşıp aynı üzüntüyü paylaşıyorum; umuyorum ruhlarında açılan yaralara sevgiyle üfleyenleri çok olur.
Siyaset dediğimiz şeyin esen her rüzgarda nasıl yön değiştirebildiğini izlemek için politika bilmeye, siyasetçi olmaya ya da bunlara yakın bir alanda uzman olmaya gerek yok. Ortalama zekada ve ortalama bakış açısındaki herkesin bildiği bir gerçek bu. Her yönden şiddetli rüzgar alan bir coğrafyada, yönü rüzgara bu kadar bağlı siyaset içerisinde aynı zamanda ciddi bir ekonomik kaynak ve istihdam alanı olan sosyal mecraların kapatılmasının bu kararlılıkta konuşulması bile ne kadar doğrudur?
YouTube’un bir önceki kriz sürecinde Türkiye ve hatta buna bağlı olarak Orta Doğu politikasını değiştirdiğini, Facebook ve Twiter’ın bu bölgeye özel negatif yönde belli kurallar getirdiğini biliyoruz. Bunlar, kullanıcıların hareketlerini yönlendiren kararlar da değil üstelik; mesleği, işi ve gelir kapısı bu mecralar olan insanları zor duruma düşüren yönetimsel kararlar… Diğer yandan bir şeyi yasakladığınız sürece daha farklı çözümlerle varolageldiğini de yakın tarihten biliyoruz.
Üstüne üstlük hepimizin “uzaylı” gözüyle baktığımız bir “Z kuşağı” var ki, en iyi anlatımla “La Casa del Papel’deki Pakistanlı”lar ya da “Matrix’deki makinaları yöneten kaptan”lar onlar; var oldukları günden bu yana kodlama vb. eğitimlerden geçiyorlar, yazılım biliyorlar, internetteki arka delikleri onlar yönetiyorlar. Son katı süreci başlatan “dislike” mevzuunda da gördüğümüz üzere, kendi özgürlük alanları söz konusu olduğunda hayatta hiçbir şeyden korkuları, müdanaları yok ve sözlerini, tepkilerini de sakınmıyorlar.
Tam bu noktada “eski toprak” olarak, tüm bu gerçekleri yok sayarak, vereceğimiz tepkileri birbirine karıştırarak alınacak kararların getireceği tepkilerin mecrası da bu kez dijital olacaktır üstelik. Artık bankacılık dahil her işlemi dijitalde yaptığımız, her birimizin dijital bir veri olarak kaydedildiği, ülke yönetimlerinin ve hatta oy sistemlerinin bile dijitalleştiği böyle bir çağda bu alanın ana akım dünya yöneticilerini “kapatırım” diye karşınıza almak ve yeni nesili bu “hapis” içerisine bırakmanın ülke olarak bize neler getireceğini düşünmek macerası bol, gerilimli bir uzay filminin play tuşuna basmak gibi biraz.
Tabii ki bu çözülmesi gereken en önemli konulardan biri; bu yüzden her şeyi bir kenara bırakıp biz bile bu konularda ne yapabilirizi bir harekete dönüştürdük. Ceza bir noktada elbette olmalı, kimse elini kolunu sallayarak klavyesinden ateş edememeli… Ama bunun neden ve ne kadar yanlış olduğunu gösterecek, vicdanı hatırlatacak eğitimler de olmalı ve tüm bu süreçler psikoloğundan sosyoloğuna, eğitimcisine, avukatına, hatta mecrayı aktif kullanan gençlerinden işinin uzmanı dijitalcilere pek çok alandan kişiden oluşacak kurullarda, platformlarda tartışılarak alınacak kararlarla çözülmeli ve şekillenmeli.
Hepimize yol gösteren en kıymetli şeydir masallar… Bu mecralardaki yasak, Alice’leri yine tavşan deliğine götürür… Ama bu masalı yazanlar için, orada bekleyen Şapkacı ve tavşanlar pek de bildiğimiz masaldaki gibi sevimli olmayabilir. Böyle bir durumda bu masal yarınlar adına mutlu bitmeyebilir.
Biz, sadece umutsuz ve emir kipiyle #SanalZorbalıkBitsin demek yerine, “bitince ne olsun?” sorusuna pozitif önermeyle #KlavyenÇiçekAçsın serimize sosyolog görüşüyle devam edeceğiz.
O güne dek sizin de klavyeniz çiçek açsın ve mecralarda klavyesi çiçek açanlarla karşılaşın. Ve umuyorum bu sürecin sonunda akıl ve akılcı çözümler kazansın; şiddet gerçekten son bulsun.
İflah olmaz bir John Lennon'cı olarak, size de henüz yasaklanmamışken bir dijital platform'dan "Imagine"ı dinleyip kalbinizi o dileklere açmanızı diliyorum. Gözlerinizi kapatın ve Lennon'ın dingin sesinde kendinizi sevgiye bırakın...
Cennet’in olmadığını hayal et
Denersen göreceksin ki kolay
Altımızda Cehennem yok
Üstümüzde yalnızca gökyüzü
Hayal et tüm insanların
Sadece bugün için yaşadığını
Ülkelerin olmadığını hayal et
Yapması zor değil
Ne uğruna öldürecek ya da ölecek bir şey var
Ne de dinler
Hayal et tüm insanların
Huzur içinde yaşadığını
Bana hayalperest diyebilirsin
Ama bil ki yalnız değilim
Umuyorum ki bir gün sen de bize katılırsın
Ve dünya tek yürek olur
Sömürgelerin olmadığını hayal et
Merak ediyorum yapabilir misin
Açgözlülüğe de açlığa da gerek yok
İnsanların kardeşliği
Hayal et tüm insanların
Bütün dünyayı paylaştığını
Bana hayalperest diyebilirsin
Ama bil ki yalnız değilim
Umuyorum ki bir gün sen de bize katılırsın
Ve dünya tek yürek olarak yaşar