Günlük hayatta görüşleri size uymayan, sevmediğiniz, hoşlanmadığınız ama yüz yüze hiç tanışmadığınız, yani aslında bir iletişim kodunuz olmayan birinin yüzüne alenen sinkaflı, ağıza alınmayacak küfür ve hakaret etme cesareti gösterebilir misiniz? Onu aşağılayabilir misiniz? Ya da bu tanımlama sınırları içerisinde iki insana denk gelseniz, “Aman banane” diyerek yürüyüp gidebilir, ya da maruz kalan kişiye “Boş ver önemseme; yok say” diyebilir misiniz?
Peki, gerçek hayatta yapamayacağınız bu şeyleri sanal dünyada bir “sahte kişilik” arkasına sığınıp ‘elinde silah klavye’ ile nasıl yapabiliyorsunuz? Bu sorum direk sosyal medyada her gün biraz daha artan ve artık şiddetin dozunu da gün geçtikçe artıran sosyal medya psikopatlarına! Bunun psikolojik ve sosyolojik açıdan doğru tanımının bu olup olmadığını henüz bilmiyorum; ama bu hafta itibari ile konusunun uzmanları ile artık bu dosyayı tartışmaya açıyorum.
Bugüne dek “Sessiz kalalım, nasıl olsa yok olurlar” diye sessiz kalanlarla, “İfşa edelim belki utanırlar” arasında gitti geldi buna maruz kalanlar. Sonuç, değişen hiçbir şey olmadı ve bu “toplum sağlığı açısından da tedavi görmesi mecburi olması gereken hastalıklı ruhlar” gün geçtikçe daha da çoğalarak bir virüs gibi sosyal mecraları sardı. İşin daha da kötüsü “trol” gibi bir tanımlama altına girerek kimlik kazandı ve hatta “challenge”ları ilan edildi; yani “meydan okumaları” meşrulaştırıldı.
Hakaret kültürünün alenileşmesi, korkusuzlaşması ve arsızca bir kimlik kazanmasının geçmişi şöyle kabaca bir araştırıldığında yaklaşık 20 sene öncesine dayanıyor. Bu, kendi taraftarlarınca “Senelerce aşağılanmış ve ezilmiş” olarak tanımlanan bir zümrenin erk kazanmasıyla siyasete dönüşen bu sürecin de başlangıcına tekabül ediyor. Çok insani ve objektif bir noktadan değerlendirmeyle çok büyük bir kitle tarafından sevgi ve kabulleniş ile “lider” ilan edilen kişinin bir önceki adımında “şiir okuyan kibar ruhlu bir siyasetçi” kimliğinden, “al ananı git” söylemlerine dönüşme sürecinde de bu “trol” kültürünün “gaza getirme özelliği”nin etken olduğuna inananlardanım.
Tüm toplumun mıknatısın iki ucu gibi tamamen zıt yönlere ayrışması da işte trol kültürünün bu özelliğinin bir uzantısı aslında... Ezilmişlik hissiyatı sonrası külhanbeylik duruşuyla güç kazanıldığına inanlar ile “diğer” ve “cahil” ilan ettikleri kesimi akıl üzerinden ezmiş olanların bu yeni durumu kabalık ilan ederek yine üst perdeden aşağılama durumları arasında sıkışmış bir güruhu bu kadar azdırarak üstü kapalı bu şiddete dayalı aksiyona geçirdiği aşikar.
O zalim belki de her gün gülümsediğiniz biri!
Hemen her gün artan sayıda ünlü ya da tanınmış kişi, sosyal medya hesapları üzerinden yaşadığı bu şiddetin isyanında artık. Bugüne dek yok sayılan bu durum, Çin işkencesi gibi öldürücü bir rahatsız ediş haline dönüştü. Hukuki şikayet ya da “devletsel bir kontrol mekanizması” mı doğru yol; orası da tartışılır, ama zaten kimi nereye şikayet edeceğini bilemiyor insanlar; çünkü bu şiddeti uygulayan kişiler aslında “kimliksiz” yani, “sahte”… Hesapları gibi muhtemelen kişilikleri ile de kendi özlerinde tanımlanamamış olan ve mutlaka tedavi görmeleri zorunlu olan, kim olduğu meçhul insanlar.
Belki komşunuz, belki her gün karşılaştığınız, gülümseyip selam verdiğiniz ya da belki kilometrelerce uzağınızdaki biri… Ama günün sonunda birinin evladı, belki eşi, sevgilisi, arkadaşı, belki annesi babası, velhasıl bir ete kemiğe, bir nüfus cüzdanına ve tabii bir kimlik numarasına sahip meşru biri; ama sanal dünyada “sahte” ve bir “zalim”. “Yatağımdaki Düşman” filmindeki gibi hayatımızın içinde bu insanlar ama hastalıklı ruhları gerçek hayatta örtülü… Klavye başına geçtiklerinde ise gerçek ruhlarını döken azılı birer “zalim”….
İşte tam da bu noktada bu “zalim” tanımlaması doğru mu bilmediğimden bu seriyi başlatıyorum. Bilimsel olarak da öyledir ya, bir sorunu çözmek için problemi tanımlamak gerekir. Bugüne dek yok saydığımız bu “problem”, artık hepimizin hayatını zehirli bir sarmaşık gibi dolayıp mutlaka bir yerimizden o zehri ruhumuza akıtıyor ve bizi maruz bırakıyorsa aslında hepimizin problemi… Tarafı, rengi, cinsiyeti, cinsi yok. Sosyal statüsü, mesleği yok. Maddi durumu, eğitim durumu yok. Her iki taraflı bir var oluş şekline dönüşen bu sanal şiddete “dur” diyen de yok. Belki bir çözümü de yok; ama artık susmamak gerektiği aşikar…
Bu açık bir çağrıdır!
Bu sayfa hepimizin olsun… Bu şiddete maruz kalanlar, psikologlar, sosyal psikologlar, dijital medyacılar, avukatlar, televizyoncular, ünlüler, ünsüzler, güçlüler, güçsüzler… Belki bir cesaretle bu şiddeti uygulayan ve “Dur ben sana aslını anlatayım” deme cesareti gösterebilecekler… Sesimizi sesimize verip çoğalalım. Bunun ne kadar, neden bu kadar yanlış bir şey olduğunu konuşalım. Ezmeyelim, ‘eziklemeyelim’… Anlatalım, fark ettirelim, idrak ettirelim. “Cahil” deyip geçmeyelim, aşağılayıp yok saymayalım, ifşa edip onların ekmeğine yağ sürmeyelim. Tam da istedikleri şey ile onları beslemeyelim… Tüm bunların bir eroin bağımlısına eroin vermekle aynı şey olduğunu bilerek, hep birlikte hareket edelim.
“Cahil” ilan edilen bir milletten, gözlerinin içine baka baka, sevgiyle anlatarak hep birlikte bir ülke yaratmış Atatürk’ün izinde, bu savaşı verip aydınlığa ışığı hep birlikte biz tutalım. Yoksa artık tahammülümüzün de bittiği bugünlerde, yarın o zehir hepimizi sardığında çok geç kalmış olacağız.
Önce Dizi Doktoru yazarları ile başlamak istiyorum. Bu dosyayı benimle birlikte enine boyuna açıp, tüm ülkede farkındalığı sağlamak için birlik olup birlikte yol almaya, araştırmaya, konuşmaya, anlatmaya ama en önemlisi anlamaya çalışmaya, çözüm yolları bulmaya var mısınız?
Yaşadıklarınızı bize mail atın. iletisim@dizidoktoru.com