Savaş geldiği her yerde var olan düzeni bozan bir olgu. Her şey bitip hayat normale döndüğünde hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Her şeyin tekrar yapılanması için öncelikle umuda ihtiyaç var. Moda da savaşlardan etkilenir, lakin insan durmaz. Fikir üretmeye, tasarlamaya, biçimlendirmeye devam eder. Dün konuşulan ya da giyilen başka bir şey olabilir. Yarın başka bir çanta takabilir ya da müzik dinleyebiliriz. Yeniye dair üretim hep devam eder. Her dönem “Farklı bir şey istiyoruz” diyen yöneticiler olur. Farklı olanı gördükleri zaman aynı olana çevirirler. Adına da moda böyle derler. İnsanların günah işleyip şeytan yaptırdı demesi gibi... Günah işlememekte bizim elimizde, farklı olmakta... Modaya merkeze koyup hayata dair ahkamımı kestiğime göre; 2. Dünya savaşı sonrası dünyanın nasıl değiştiğine bakabiliriz.
Kadınsılığa dönüş kaçınılmazdı
Avrupa’nın 2. Dünya savaşından çıkıp yaralarını sarmaya çalıştığı yıllarda Paris tekrar modanın merkezi olmak için ayağa kalkma çabası veriyordu. 1940’lı yıllarda savaş nedeniyle cephede olan erkeklerin yerini doldurmaya çalışan kadınları fabrikalarda, ağır işlerde, madenlerde görmek ise hiç kimseyi şaşırtmıyordu. Savaştan sonra eşlerinin, sevgililerinin, oğullarının, ya da kardeşlerinin yollarını bekleyen kadınların sadece bazılarının yüzleri gülüyordu. Savaş birçok eve kederi de getirmişti. Kaynakların yetersiz olduğu bu dönemde ölçülü şıklık dönemi başladı.1950’lerde kadınların giydikleri sert hatlı giysileri biraz olsun yumuşatmak için Dior ceketlerde peplum denilen bel pililerini daha çok kullanmaya başladı. Kadınlar savaşın bitmesiyle birlikte yeniden korselerine kavuştukları için peplum kısa zamanda çok sevildi. Kadınsılığa dönüş kaçınılmazdı. Lakin Chanel maskülen tarzı devam ettirmek için peplumu olmayan yakasız ceketler ve düz etekler tasarladı. Savaş kadınları değiştirmiş, kendine daha çok güvenen, okuyan, eve kapatılmayı kesinlikle düşünmeyen bir kitle yaratmıştı. Bu nedenle Chanel’in tasarımlarına da rağbet fazlaydı. Dior geniş şapkalar, uzun eldivenler tasarlayarak daha kadınsı ve gösterişli bir imaj yaratırken, Chanel kadını kısa eldivenler ve daha küçük şapkalarla zarif ama sade bir görüntüye kavuşturuyordu.
Elvis kendi stilini oluşturdu
1950’lerde Rock’n Roll ve bu müzik akımının idolü olan Elvis Presley’nin provokatif hareketleri ve parlak kostümleri başta genç kızlar olmak üzere, genç kuşağı etkisi altına aldı. “Erkek adam renkli giyinmez” tabusunu yıkan şarkıcı özellikle beyaz ve pembe giymeyi seviyordu. Taş ve boncuklu işleri de kıyafetlerinde kullanmaktan çekinmeyen Elvis, cesaretiyle kendi stilini oluşturdu. Tabii Presley gibi giyinmek isteyen kitlelerde cabası.
1955 yılında Marilyn Monroe’nun oynadığı “Yaz Bekârı” orijinal adıyla “The Seven Year Itch” filminde sinema tarihinin unutulmaz pozunda giyindiği o ünlü uçuşan elbiseyi bilmeyen yoktur. Marilyn Monroe ile özdeşleşen bu elbise birçok kadının gardırobunda yerini almıştı.
İkinci Dünya savaşının ardından dünyada iki süper güç ortaya çıkmıştı. Amerika ve Sovyetler Birliği (SSBB). Bu iki ülkenin siyasi, ekonomik, bilimsel, teknolojik ve psikolojik çatışma durumu uzun yıllar Soğuk Savaş olarak tabir edildi. 1960’lı yıllara geldiğimizde bu ülkelerin uzaya gitme yarışından dönemin modacıları etkilenecekler ve parlak kıyafetler, sentetik kumaşlar kullanılmaya başlanacaktı. Astronotlar uzaya giderken toplum yeni bir döneme hazırlanıyor, moda ise bunu topluma alıştırıyordu.
Hippiler döneme damgasını vurdu
1960’lı yıllarda Twiggy adlı mankenin sunduğu yeni siluet; zayıflık imajı, belirgin olmayan göğüs hattı, süper mini etekler ve mankenin adını alan göz makyajı (Twiggy) bütün moda dünyasını etkisi altına aldı. Bugün hepimiz hala bu siluete ulaşmak için çaba harcıyoruz. Givenchy, “Tiffanny’de Kahvaltı”’ orijinal adıyla “Breakfast At Tiffany’s” filminde oynayan Audrey Hepburn’un giyindiği küçük siyah elbise tasarımcısı olarak hafızalara kazındı.
1960’ların ortalarında artık gençler modanın önerdiklerini değil, kendi tercihlerini giyinmekte kararlıydılar. Altmışların sonlarında alternatif yaşam tarzları ve giysileriyle 68 kuşağı olarak Hippiler döneme damgasını vurdu. İspanyol paça pantolonlar, platform ayakkabılar, gösterişli çizmeler, süper mini A etekler, mini şortlar, kot pantolonlar, püsküllü montlar, etnik desenler, saçlarda bandanalar, büyük ve uzun kolyeler dönemin öne çıkan önemli noktalarından bazılarıydı.
Disko modasını Travolta başlattı
1970’li yıllar yurtdışına seyahatlerin fazlalaştığı bir dönemdi. Yeni yerler ve kültürler gören gençlik, bir yandan da isyankâr hale geliyordu. 1970’lerin ortasında ifade özgürlüğü hareketi ve isyanı olarak “Punk Kültürü” ortaya çıkmıştı. Uçuk modellerle şekillendirilmiş saçlar, abartılı makyajlar, yırtılmış, birbiriyle uyumsuz kıyafetler, pek çok piercing, deri ceketler, slogan yazılı kıyafetler giyerek asi ve isyankâr taraflarıyla modaya karşıtlık yaratsalar da yine de yeni akımı belirlediler.
Sokakta isyankâr gençler dolaşırken 1974'te “The Great Gatsby” filminin erkek oyuncularının kostümlerini hazırlayan Ralph Lauren, özellikle Robert Redford'un canlandırdığı Jay Gatsby karakteri için hazırladığı pembe takımla ikon haline geldi.
70'lerin sonuna damgasını vuran ise John Travolta'nın oynadığı “Saturday Night Fever” filmiyle ortaya çıkan disko modasıydı. Artık gençlik disko dönemine geçmiş 1977 yılında New York'ta kapılarını açan Studio54, disko döneminin miladı olmuştu.
Geçmişe uzandığımıza göre artık bildiğimiz dönemlere doğru ilerleyelim mi? Haftaya 80’leri ve 90’ları inceleceğiz. Bugünün izlerini orada arayacağız.