Perihan Mağden'in 2007 yılında okuyucuyla buluşturduğu "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?" kitabı, geçen haftalarda Netflix uyarlamalarına eklenmiş yeni bir dizi olarak platformda yerini aldı. Geldiği gibi de izlenme oranlarında ilk sıraya tırmandı. Söz konusu izleyicide merak öğesini canlı tutup peşine takmaksa, en baştan belirtmeliyim ki "Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?"nin bunu başardığı yadsınamaz bir gerçek. Ne var ki bir yapımın çok izlenmiş olması, ortaya "şahane" bir iş çıkarıldığı anlamına da gelmiyor. Yeri gelmişken hadi itiraf edelim; Netflix yapımları bir süredir, izleme sonrası bizde hayal kırıklığı uyandırmak yerine, çerezlikten öteye gidebildiğinde şaşırtır oldu. Bu sadece yerli yapımlar için geçerli değil. Netflix artık, başka bir şeylerle uğraşırken 'aç bir dizi arada göz ucuyla bakarız' dediğimiz bir mecra. İlk yıllarında farklı bulduğumuz kendine has yaratıcı dokunuşları, artık çerçevesi belirli bir kalıp haline dönüştüğünden, sonunda tıpkı pornoda olduğu gibi gerçek bir tatmin sağlamıyor izleyicisine.
"Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?"ye dönecek olursak Melisa Sözen'in muhteşem oyunculuğunu ayrı tuttuğumuzda kendi adıma ortalama bir yapım olduğunu söyleyebilirim. Hatta ortalama derken bunu Melisa Sözen hatırına diyor bile olabilirim... Çünkü dizide olan bitene dair "asla sorulmaması gereken" çok sorum var!
Bambi ve annesinin otel çalışanları ve müşterileri tarafından yadırganacak, abartılı derecede merak uyandıracak bir hal ve görüntü çizmediklerini düşünen tek kişi değilim sanırım. Siyahlar giymiş şık bir kadının ve renkli, bir nevi dönem kombini yapmış genç bir kızın nasıl bir sıra dışılık içerdiğini ben kavrayamadım. Keza kıyafetin dışında da etrafla muhatap olmayan bir ciddiyet içinde olmalarının da insanları o denli meraka sürükleyecek, kapalı kapılar ardında fısır fısır kahramanlarımız üzerinde gizem arayışına itecek bir motivasyon olabileceğine ne yazık ki ben ikna olamadım. Hele ki otel müdürünün ücreti 3 aylık peşin ödemiş müşterilerine durduk yere bilenmesi de ayrı bir soru işareti. Şöyle ki; dizinin daha ilk bölümde bana yansıttığı, gördüğümle, söylenmek istenenin birbiriyle örtüşmediği oldu ve 7 bölüm boyunca da bu böyle devam etti.
Bu durmaksızın kaçış hikayesinde, anne ve kızın edebi diyaloglarının dışında kitaba pek de sadık kalındığını söylemeyiz. Kitapta, anne kız arasındaki derin iletişime, duygu ve iç dünyalarına çıkılan yolculuk, dizide, farklı mekanlarda, görsel bir şöleni andıran turistik bir geziye dönüştürülmüş. Araya aksiyonu tetiklemek adına eklenen polisiye tarafı ise diziye artı katmak yerine, amaç Fransız komedilerindeki beceriksiz polis teşkilatı göndermesi değilse, ki elbette değil :) mantık hatalarıyla dolu olduğu için diziyi tümden aşağı çekiyor.
"Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?" hangi yıllarda geçiyor örneğin? O da muamma. Kitaptaki gibi 90'larda geçiyorsa son bölümlerde şahit olduğumuz teknoloji soru işareti. Ha yok, günümüzdeyse ardında onca ceset bırakan bu kadın nasıl olur da daha ilk cinayetinin ardından hemen yakalanmaz? Sorulabilecek o kadar çok ayrıntı var ki... Elbette hikayenin izleyiciyide merak uyandırması, onu da peşine takıp düşünceye itmesi olması gereken ve lezzetli de bir şeydir. Fakat burada olan başka. Burada izleyici adeta Bambi yerine konulmuş :) ve bizden onun annesine olan sonsuz itimatını gösterip, sorgulamadan bize verilenle yetinmemiz ve senaryodaki çok fazla fazla göze batan boşlukları es geçmemiz beklenmiş gibi.
Özetle; izlediğimiz "uyarlama"da kitabın ruhunun ve ağırlığının da cinayete kurban gittiği aşikar. Birebir aynı olması da gerekmiyor zaten, ancak diğer kitap uyarlamalarında da şahit olduğumuz gibi, doğalında güzel bir işi alıp, daha talep edilir olması adına; bambaşka, ruhsuz ve karikatürize bir şeye dönüştürüp önümüze konmasından çok sıkıldım.
Diziyi duygu tonuyla ve insana dair yönüyle ele alıp yorumlamayı isterdim. Ama ne diyordu Bambi'nin annesi; "Beyninin sil düğmesine bas!" Ben de, işin bu sevimsiz kısmına takılınca, psikolojik alt metin için sil tuşuna bastım!