"Önce barbarlığa, sonra da barbarlıkları konusunda tam bir umutsuzluğa kapılan, daima her şeye kapılan, her şeye kapılmak zorunda olan taşra insanları..." Thomas Bernhard, "Sarsıntı" romanında böyle tanımlıyor taşrada yaşam süren insanı ve ekliyor; "İşte bu insanlar bugün ürkütücü şekilde çoğunlukta..." Emin Alper'in sevimsiz gündemin ortasına ışıl ışıl düşüveren yeni filmi "Kurak Günler"in açılış sekansında domuz avından dönen o şuursuz kalabalığı izlerken, tanık olunan şenlik havasındaki vahşet, bu ürkütücü gerçeği tokat gibi izleyicinin yüzüne vuruyor; evet onlar çoğunlukta. Üstelik bu tokat sadece bir başlangıç. İçinde bulunduğumuz devasa obruğun gerçekliğini iliklerimize kadar hissetmemizden kaynaklı bir ürperti bizimkisi muhtemelen. Biliyoruz ki sadece kurmaca değil, Yanıklar, taşrayla sınırlı olmayan bir Türkiye portresi çiziyor izleyiciye. Kötülüğün organize olmuş biçimleri, rant siyaseti, homofobi, cinsiyetçilik, bürokratik hukuksuzluklar, ırkçılık, şiddet, adalet, linç kültürü ve toplumsal yozlaşma gibi kavramları, sinema sanatının tüm incelikleriyle açıkça gözler önüne sermiş "Kurak Günler" öncelikle cesaretiyle alkışı hak ediyor.
“Tehlikelidir burası, balçıktır dibi çekiverir adamı..."
Annesi ile yaptığı görüşmeden nasıl bir aileye mensup olduğunu anladığımız Emre’nin yeraltı suyunun kullanılması mahkemelerce yasaklanan ve halkın ciddi su sıkıntısı çektiği, bir yandan da yaklaşan belediye seçimlerinin politik atmosferinin hüküm sürdüğü; asla aidiyet hissedemeyeceği derecede kendisine uç görüş ve yaşayışın mevcut olduğu bir taşra kasabası olan Yanıklar'a savcılık görevi için gelmesiyle başlıyor hikaye.
Başlangıçta su meselesi üzerinden ilerleyeceği düşünülen film, belediye başkanın ve oğlunun savcıyı hoş geldin yemeğine davet etmesi ve o gece yaşanan sıra dışı olayları merkezine alarak, sayısız dokundurmasıyla tüm süreçte izleyiciyi de içine dahil ettiği bir gerilime ev sahipliği yapıyor. Gazeteci, savcıyı “Tehlikelidir burası, balçıktır dibi çekiverir adamı..." diye uyarırken haksız değil...
Senaryonun bir cevabı var elbet, ancak seyircinin de var
Hikayeye dair; Emre ve Murat arasında bir ilişki yaşandı mı, obruğa biri düştü mü, DNA karşılaştırmaları değiştirildi mi, tecavüzcü kim gibi birçok soruyu yanıtsız bırakan yönetmen, bu filminde de seyirciye sorumluluk yüklüyor ve eline bir büyüteç tutuşturup, ipuçlarını vererek soru işaretlerinin cevabını kendisinin bulmasını istiyor. Senaryonun bir cevabı var elbet, ancak seyircinin de var, herkesin cevapları kendine ait.
Savcı Emre'yi ilk olarak bir obruğun başında gördüğümüz filmin son sahnesinde, karakterimiz yine bir obruğun başında ve bu kez karşısında düşman bir kalabalık var. Emre, başlangıçta olduğu kişi değil artık. Ete kemiğe bürünmüş çürümüşlük ürkütücü çoğunlukta olsa da, Emin Alper'in "Kurak Günler" için esinlendiğini söylediği "Bir Halk Düşmanı" oyunu şu sözle biter: ‘‘Bakın, mesele şu: Bu dünyada en kuvvetli insan, tam anlamıyla tek başına olan insandır.”
Müziklerin filmin tüm duygusunu izleyiciye geçirmekte payı var
İnce işlenmiş karakterleri, sinematografisi, mekan seçimlerinin yanı sıra, özellikle domuz avından dönüş ve sondaki kaçış sahnesinde drone’un da izleyicinin gözü olup, kovalamacaya katılması ve ışık oyunları, tecavüz sahnesinin erotize edilmemesi, Murat’ın evinde bira içtikleri sahnede Murat ve Emre'nin arasındaki cinsel gerilimin o kısacık anda çok etkili bir şekilde yansıtılabilmiş olmasının en çok dikkatimi çeken güzel detaylar olduğunu belirtmeliyim. Stefan Will imzalı müziklerin filmin tüm duygusunu izleyiciye geçirmekte büyük bir payının olduğunu söylemeden de geçmek olmaz.
Cümleler yavan ve basit kalıyor
Selahattin Paşalı'nın adeta oyunculuk şovu sergilediği, Ekin Koç'un neredeyse sadece bakışlarıyla rolünün hakkını verdiği Kurak Günler'de, oyunculuğunu son derece başarılı bulduğum bir diğer isim ise 'Şahin' karakterine hayat veren Erol Babaoğlu oldu. Kerr filminden donuk ve ifadesiz haliyle aklıma kazınmış Erdem Şenocak'ı ise sürekli sırıtan 'Kemal' rolünde görmek hoştu.
Sözün özü; Kurak Günler üzerine uzun uzun konuşulacak ancak cümleye dökülen her düşüncenin içimizde yeşerttiğinden çok daha yavan ve basit kalacağı nadir filmlerden biri olarak sinema tarihimizde yerini aldı. Başta Emin Alper ve emeği geçen herkese büyük alkış...
Balçıksız bir gelecek dileğiyle...
.