"Değişim cesaret ister!" Netflix dizisi Andropoz'un çıkış noktası tam da bu cümle. Doğrudur, zordur değişim. Üzerinde hayat bulduğumuz dünyayla birlikte farkında bile olmadan her an değişen insan, söz konusu keskin değişimler olduğunda buna direnir. Çünkü değişmek, yıkmayı ve yeniden inşa etmeyi gerektirir. Bu gerekliliği yerine getirmek içinse kendinle yüzleşmek şarttır. Yüzleşme her zaman iyi tarafla olmaz üstelik, bazen karanlıkta kalmış, gölge yanlarımızı gün yüzüne çıkarmamız gerekir. Değişmenin öncelikli hedefi mutluluk ihtiyacıdır ancak, kişiye mutluluk getireceğini düşündüğü değişim -mutluluk getirsin veya getirmesin- her zaman da iyi yönde olmak zorunda değildir.
Akıp giden zamanın biletini kesmiş ve kendisini öldürmek istediğine -oysa ki zaman bizi değil, biz zamanı öldürürüz- kanaat getirmiş kahramanımız Yusuf da öncelikle saçlarını boyamak, parmak arası terlik giymeye başlamak gibi fiziksel değişimlerle içinde uyanan farklılaşma arzusuna giriş yapıyor. Küçük bir sahil kasabasında 2 çocuklu 50'li yaşlarda bir esnaf Yusuf. Bugüne dek nasıl yaşadığına dair pek bilgi verilmese de tahmin etmek zor değil. Hayatın tümsekleri, çukurlarıyla uğraşıp, dışsal dünyasında gelişme göstermeye çalışırken, içsel dünyasında yerinde saymış, sayısız insandan biri. Hani hayat gailesi der eskiler, robottan hallice rutin bir yaşam mücadelesi. Oysa ki yaşamı okuma becerisi, hayati bir mesele. Kimileri o robotlaşmış ruhlarıyla yaşamlarını noktalarken kimleri ise yaşın ilerlemesi ve zamanın hızının farkına varılmasıyla hayatın önemsizliğine yaratıcılıkla başkaldırma ihtiyacı hisseder. Değişim içsel bir yolculuktur ve gerçekten değişim gösterebilen insan azdır, söylemlerin, kalpte yeşeren isteklerin eyleme dökülmesi güçtür. Peki çıkış noktası değişim olan Andropoz'da ruhsal bir değişim göstermiş karakter var mı? Hadi bakalım...
Yusuf; kendisine biçilmiş aile babası rolünden dışarı çıkamıyor. Oysa ki kızı yaşındaki Ahu'ya olan arzusu ortada. "Seni seviyorum" mesajından sonra işler beklenmedik bir şekilde sarpa sarmasa geçmişte de yaptığı gibi Meryem'i aldatmaktan geri durmayacak. Hadi şimdi sebep andropoz, peki ya önceki? Yusuf'un özündeki değişim hayali sadece çocukları ve eşiyle yeni bir evden ibaret değil. Yusuf coşku istiyor, renkli, heyecan dolu bir hayat. Zaman ensesinde gölgesini hissettiği bir azrail de olsa, Yusuf'un kurulu düzenini, konfor alanını riske atıp, içindeki kıpırtıya kulak verecek cesareti yok. Yusuf iyi bir koca veya iyi bir babadan daha önce cesaretsiz!
Meryem geçmişte aldatılmış ve evliliğine devam etmiş bir kadın olarak, yeni bir aldatma hikayesinde yine eşinin yanında yer alıyor. Tipik bir Türk kadını profili, kendi annesinden gördüğünün üzerine hiçbir artı özellik katmadığı gibi, olması gereken eş ve anne profili olduğuna inanıyor. Onun da cesaret edemediği şey, konfor alanından çıkıp sıfırdan bir hayat kurmak.
Nerdeyse dizinin önüne geçen Tamer Karadağlı’nın canlandırdığı Halit'e baktığımızda, ani ve uç -sözde- değişimler yaşayan biri olarak günün sonunda yanındaki kadın dışında hayatında pek bir değişim olmadığını görüyoruz.
Birlikte mutlu olmayan ve birbirlerini sevmeyen ve hatta nefret eden Mahmut ve Şahinde'nin ayrı olmalarına rağmen ısrarla birbirlerinin hayatlarından tümden çıkmıyor oluşları, değişime gösterilen bir direnç örneği belki de. Özellikle Şahinde "tiplemesinin" aşırılığı, dizide neye hizmet ettiğini emimin herkese sorgulattı. Rus sevgili klişesine ise hiç mi hiç, değinmek istemiyorum.
Yusuf'un kardeşi Fadime'nin dizinin tek cesur karakteri olduğu söylenebilir. Halit'i aldatmaya da, mutsuz olduğu bir evlilikten gitmeye de, aşık olmaya da, doğacak bebeğinin sorumluluğunu almaya da cesaret edebiliyor. 15 yaşında Dostoyevski ve Rus klasiklerini okumuş olması, onun geç de olsa hayatının dümenini eline alması için temel oluşturmuş mu diyelim, ne diyelim bilemedim.
Dizinin Z kuşağı göndermelerine gelirsek, sanırım özellikle -üzgünüm ama maalesef düşüncem bu- sevimsiz çocuklar seçilmiş ki, iyiden iyiye bu kuşaktan soğuyalım. :) Yerinde tespitler olsa da işleniş şekliyle son derece itici bulanlarla hemfikirim.
Sözün özü; Engin Günaydın ne yapsa izlenir o ayrı, ancak Vavien lezzeti ararken sunulandan tat almak elbette güç oldu. Ünlü şefler hep söyler hani; sunumda tabağa yenilemeyecek herhangi bir şey konulmaz diye, ben bu tabakta çok fazla gereksiz süslemeler buldum açıkçası. Ama madem Sokrat alıntısı var, işin bir felsefesi var, kapanışı şöyle yapalım: "Dünyayı değiştirmek isteyen önce kendini değiştirsin."diyen Sokrates'in tanrılara duası şöyledir, "... bana ruhumun güzel olmasını bahşedin ve dışımda sahip olduğum her şeyin içimdeki güzellikle uyum içinde olmasını sağlayın. Zenginliğin sadece bilgelerde olduğuna inanayım." Güzel dua, amin! :)