"insan evrende gövdesi kadar değil
yüreği kadar yer kaplar..."
Ne kadar çok yerde gördünüz bu vecizi değil mi? Hatta klişe oldu artık. Ama ben her gördüğümde ilk okuduğum andaki heyecanı yaşıyorum. O muhteşem insanın portresi gözümde canlanıyor, o muhteşem yürek gelip benim minik önemsiz yüreğimde sıcacık bir çiçek açtırıyor. Neredeyse hiç göremediğim dedem bana Anadolu’dan hikayeler anlatıyor sanki. İnce Memed geliyor gözümün önün. Zulmün ve zalimin karşısındaki yaman mücadelesini hatırlıyorum.
“Beni öldürmen neye yarar, bir ağa gider, yerine başka biri gelir,” demişti ağa. “Olsun,” diye karşılık vermişti İnce Memed, “benim yerime de başka bir İnce Memed gelir.”
Çocukluktan gençliğe geçişte, dayımın kütüphanesinde dikkatimi çekmişti sıra sıra İnce Memed ciltleri. İşte o zaman tanıştım Yaşar Kemal ile. Birkaç yılda bir açar açar okurum İnce Memed serisini, yine de doyamam.
Ben bu yazıda size Yaşar Kemal’i tanıtmayacağım. Ne haddime? Biyografisini, eserlerini Google Amca’da kolayca bulabilirsiniz. Müsadenizle ben, bana hissettirdiklerinden bahsedeceğim.
2019 Yılında sevgili Mehmet Turgut’un Piece/Parça sergisinde kendisi ile çalışma fırsatı buldum. Serginin konsepti, gerçek materyaller ile fotoğrafların birleşmesinden oluşmasıydı. Aydın Boysan, Ara Güler, Yaşar Kemal, Ayşen Gruda, Erol Büyükburç, Teoman, Cem Yılmaz, Mazhar Alanson, Selami Şahin, Fazıl Say, Ferhan Şensoy, Mustafa Alabora, İlber Ortaylı, Mehmet Güreli, Yıldız Kenter, Arif Keskiner, Bahadır Baruter ve Erkin Koray’a ait gerçek hayatta kullandıkları materyaller fotoğraflarla birleştirildi.
İşte bu eserlerden birindeki materyal Yaşar Kemal’in sağ gözünü kaybetmesine sebep olan bıçaktı. İnanın yazarken bile tüylerim diken diken oluyor.
Hayatımda ilk kez tarihi bir kaleyi (Bodrum Kalesi) ziyaret ettiğimde adeta transa geçmiştim. Surların yanında yürürken yüzlerce yıl önce burada gerçekten birilerinin yürüdüğünü, savaştığını aşağıdaki avluda toplanıldığını, kale içerisinde bir yaşamın olduğunu hayal etmek ve onu hissetmek beni kendimden geçirmişti. Yıllar sonra kızım ilk tarihi mekan gezisinde, Yerebatan Sarnıcı’nda zemine dokunup “Baba bin yıl önce burada birileri yürüdü öyle değil mi? İnanılmaz bir his” dediğinde şok olmuştum. Çünkü kalede yaşadığım o hissi Nehir’e hiç anlatmamıştım. Tamamen kendi hisleriydi.
Bu örneği neden anlattım? Az önce bahsettiğim gibi sergi içeriklerinden biri Yaşar Kemal’in çocukken gözünü kaybetmesine sebep olan bıçaktı. Ellerimin arasındaydı. Aynı topraklarda yaşamaktan onur duyduğum, sadece Türkiye’nin değil dünyanın en iyi yazarlarından birinin hayatına dokunmuş hatta hayatında büyük bir değişim yaratmış bu obje ellerimdeydi. İçinde bulunduğum manevi durum, his, yoğunluk sanki maddeselleşmiş ve omzuma çökmüştü. O an yaşadığım tecrübeyi anlatacak edebi birikimim olsa keşke.
Az önce de dediğim gibi bu yazıda amacım Yaşar Kemal’i tanıtmak –ki haddime değil- ya da eserlerinden söz edip tavsiyelerde bulunmak değil. Ona olan hislerimden birazcık bahsetmekti. Ama tavsiye olmasa da ufak bir ricam var sizden, özellikle 12-18 yaş aralığında evlat sahibi olan ebeveynlere. Ne olur çocuklarınızı Yaşar Kemal ile tanıştırın. Ülkesinin hiç bilmediği, görmediği yerlerine götürsün onları Yaşar Dedeleri. İnsan denen canlının aslında ne kadar zalim olduğunu ama bir kısmının da nasıl koca yürekli ve yiğit olduğunu görsünler. Çukurova’yı tanısınlar; feodal düzenin ne olduğunu, adam satmayı, çıkar için ruhunu satmanın ne demek olduğunu görsünler, hayatı tanısınlar. Dünyanın ve ülkemizin okullarda anlatıldığı gibi bir çiçek bahçesi olmadığını fark etsinler, gözleri aralansın hatta hayata açılsın.
Şimdi müsaadenizle ben kahvemi yapıp İnce Memed'in ilk cildini elime alıyorum. Göz pınarlarımda biriken damlaların klavyeye damlaması için mücadele ederek…
İyi ki vardın, iyi ki yazdın Yaşar Kemal.
Mutlu ve sağlıklı bir hafta dileğiyle.