Belki başka şartlarda yazıyor olsaydım girişi bundan çok farklı olabilirdi. Çok uzun yıllardır medya ve iletişim dünyasından biri olarak “Bugüne dek izlediğin film, dizi, program arasından tek bir metaforik cümle ile bugünü anlat” deselerdi hiç düşünmeksizin “WELCOME TO REAL WORLD; IT IS MATRIX!” derdim. Ömrüm vefa eder de zamanda yolculuğu görebilirsem ilkokul dönemindeki Ülkem’e gidip: “Hiç sevmiyorum dediğin matematiği lütfen önemse; çünkü hayatın özü ve dinamiği aslında matematiğin ta kendisi! Matematiği bilen ve seven dünyada var olabilir” demek isterdim. Küçük Ülkem eminim o günlerde henüz farkında olmadığı ve “hayalperest” olarak nitelenmesine sebep olan, aslında geleceği öngören yanıyla kendi büyük haline deli demezdi; kocaman gözleriyle bana bakar, süzer, hatta gülümser ama inatçılığından yine matematiği sevmezdi. Oysa hayatın bana öğrettiği en temel gerçeklik bu: Her şey aslında matematik; yani MATRIX. Dünyada pek çok kişinin minicik bir virüsle yeni idrak ettiği bugünler aslında pek çok kitap, bilimsel araştırma, yazı, hatta film ve belgesellerle bizlere anlatılan, fütüristlerin altını çizerek önümüze sunduğu ve uzun zamandır beklediğimiz bir süreçti. “Korona” kod adlı formül ile birlikte tüm alışageldiğimiz yaşam formlarımızın ve hatta DNA kodlamalarımızın bile değişime başladığı bugünlerde “yeni insan” olarak “yeni dünya”ya adapte olabilmemiz, hatta var olabilmemiz yine matematiğe ve onu hayata adapte edebilme yetimize bağlı.
Ben 3-4 yıl önden giderim
Ben de medya sektöründe bulunduğum her noktada ve özellikle son yıllarda dijital içerik yöneticisi kimliğimle bir takipçisi olarak Oya Doğan’ın “Dizi Doktoru”nu dijital platforma taşımasının önemini anlatarak onu boğanlardandım. Köşeme adını veren Şems’in de dediği gibi, “Dünya vaktinde her şeyin bir zamanı vardır.” O ‘zaman’, yeni dünya sistemine adım atılan bu vakit olduğuna göre ve eve kapanmasıyla birlikte “dijitale iş yapalım” diye arayanların sayısındaki artışa da bakarak artık korona ötesinde, dijital sürece bugüne kadarki deneyimlerimle ayna tutabilmenin bana düşen görevlerden biri olduğuna inanıyorum. Beni tanıyanların hakkımda bildiği 2 gerçek vardır: İlki hep söylediğim gibi, “En az 3-4 yıl önden giderim.” (ki bu süreci 10 yıldan düşürebildim) Ben söylerim, anlatırım, bir proje ya da içerik yaratırım. Ama o kadar erkendir ki, kime anlatsam dinletemem, hayal gibi kalır. Diğeri de spiritüel ve enerji dünyasına gerçek hayattan daha yakın olduğumdur. Bu yüzden de deli diyenim, anlamayanım çok olmuştur. Spiritüel çalışmalarımın çoğunu da “ayakları yere basan dünyalı” formuna gelebilmek için yaptığım tüm zamanlarda hep 3-4 yıl öncesinde bangır bangır anlatmaya çalıştığım şeylerin bugünün gerçeği olarak karşımıza çıkması halinde insanların aslında sanki öncesinde hiç duymamışlar gibi hemen adapte olabilmelerini ve hatta gelip bana anlatmalarını artık daha sükunetle karşılıyorum.
Kafanızı kuma soktuğunuzda yok olmayacak
2000’li yılların başlarında Türkiye’de ilk kez TMC Yapım’da dizi içerisinde marka-ürün yerleştirme yapmaya başladığım yıllarda da, Doğan Medya içerisinde “prototipi olan ilk internet kanalı” Net D’yi (ki şu an da müzik yayını yapan Net D’nin ötesinde bir oluşumdu) kurduğumuz zamanlarda da en az 3-4 yıl önce harekete geçiren şeyin aslında matematik kadar reel bir ‘bilimsel’ gerçekliğe dayalı olduğunu şimdi daha net görebiliyorum. Özellikle fütürist yazar ve kişileri takip edip, onların öngördüğü dünya geleceğinin kodlarını kendi iş alanımda o güne evriltmekten başka bir şey değildi aslında beni birkaç yıl önde hareket ettiren formülün özü… Medya sektörünün dijital dünyaya evrilmeye başladığı senelerin başında Doğan Holding imkanları ile Net D sayesinde dünyada ne olup bittiğini öğrenebildiğimiz yıllarda, dijitali önemsemeyerek yok sayan ve o günlerde klasik yayıncılığı savunan bir kanal yöneticisine “Devekuşu gibi başımızı kuma sokuyoruz diye yok olmayacak; bilakis yarın her şey dijitale dönecek. Ve ne yazık ki bugün reddetseniz de en tehlikeli yeriniz dışarıda olduğu için olan yine size olacak. Dijital dünyayı ele geçirdiğinde elinizde klasikten de bir şey kalmayacak, bugünkü gücünüz de olmayacak” dediğimde o gün için çok ağır gelmişti. Ama alt satırları okuyabilen biri için aslında yarınki geleceğin gerçeğiydi. Küstahça bulduğu için o gün toplantıdan kovan kanalımın yöneticisinin bugün o kanala iş satmaya çalışan bir yapımcıya dönüşeceği de o gün için söylediğimde “saçmalama” diye arkadaşlarımın bile dalga geçtiği, aslında bir matematik gerçeklikti.
Dizi bitti ama karakterleri dijitalde yaşıyor
Ben kahin değildim; sistem fazlasıyla matematik formüldü: “Y” ile toplandığınızda doğru sonucu vermeyen bir “X” olarak formülü bozan herkesin “EX” olarak yok olacağı bangır bangır bağıran bir “gerçek”ti formül. Ve Matrix’teki kimliğinizi oluşturup üzerinizden akan o yeşil harf-rakam kodlar gibi görünebiliyordu aksiyonlarınızdan, adaptasyonlarınızdan ve yeni dünyaya yaklaşım duruş hızınızdan.
Youtube’un Türkiye’de ilk anlaşmaları tamamlayıp CMS (Channel Management System) / MCN (Multi Channel Networks) sistemlerini Türkiye’de oturtmaya başladığı ilk günlerde de televizyonda iş yapan, yapımcı, oyuncu ve yönetmen arkadaşlarıma, müzisyen arkadaşlarıma, marka yöneticisi arkadaşlarıma ve birçok kişiye “Youtube”, “dijital dünya” ve aslında “yarının yayın yöntemi”ni anlatmak için neredeyse kendimi paraladım. O günlerde diziler içerisinde geliştirdiğimiz farklı formüllerle ulusal kanalda yayın yapan bir diziyi dünya çapında bir sosyal medya oyununa çevirdiğimiz formülü ilk fark edip “Yahu siz farklı bir şey yapıyorsunuz, ortalık yıkılıyor ‘Kaçak Gelinler’ diye ne yapıyorsunuz?” diye soran ve haberini ilk yapan sevgili Ali Eyüboğlu’na, onun yazısından okuyup köşesine ilk taşıyan Kalust Şalcıoğlu’na ve Kaçak Gelinler, Diğer Yarım gibi dizilerde dijital oyunculuk ve 360 derece yönetime, Kardeş Payı’nda yayın kanalıyla birlikte dijital oyun aplikasyonu ve merchandising ürünlerine dönüştürme ve daha benzer birçok yenilikçi sürece ve projeye “Ben anlamıyorum, ama dünya oraya doğru gidiyor; sen yap ve yönet” diyerek ilklere imza atmamıza ön ayak olan bu vizyondaki yapımcı Mehmet Yiğitalp’e bu vesile ile teşekkür etmem gerekir. İzlemeye alışık olduğunuz bir dizinin karakterlerinin dijital yansımalarını sosyal medya hesapları ile oluşturarak sanki o karakterler 7/24 gerçek hayatta da yaşıyorlarmış gibi dijtal oyuncularla yarattığımız ve şizofrenik bir sanal dünya yönetimiyle yıllar önce bitmiş olmasına rağmen hala “Kaçak Gelinler” fanlarının aktif olarak sürdürdükleri bu oyunun başarısının formülü, aslında dünyanın onlarca yıl öncesinde giden yazar Meltem Arıkan imzalı bir oyunda, Memet Ali Alabora ve Pınar Öğün’den dinlediğim ve öğrendiğim “yarının dijital dünyası” formülü idi.
Fırat Albayram akıllı içerikle dijital dünyada
O gün bir ‘Distopya’ olarak gelen şeyin, aslında bir oyunla ne kadar yakınımızda olduğunu ve sadece tuşlarla dünyada nerelere ulaşabildiğimizi, etkiyi ve etkileşimi ilk keşfetme süreciydi. Ki, o zamanlar sosyal medya üzerinden hayatımızı bu derece yönlendirebilen güçteki “influencer”lar ve o sistem de hayatımızda yoktu. O günlerde popüler dizileri sürerken yarının gerçeğinin “dijital” olduğunu kavrayan ve akıllı içeriklerle dijitalde var olan oyuncu arkadaşlarımı da bugün mutlulukla takip ediyorum. (Özellikle de Kaçak Gelinler döneminde ilk uygulama zamanında da dinleyerek, öğrenerek, karakterine dair set dışında da içerik üreterek sonsuz yardımcı olan ve bugün de akıllı içerikleriyle dijital dünyada var olan Fırat Albayram’a da bir türlü vakit bulup gönderemediğim alkışı ve teşekkürü bu vesile ile göndermek isterim. Hep ilgili, meraklı, öğrenmeye aç ve açık yanının onu pek çoğunun bugün eve kapandığımızda “Hadi artık şu Youtube’a bir şey yapalım” dediği dönemde deneyim olarak çok öne koyduğuna inanıyorum ve mutlulukla izliyorum.)
Daha düne kadar dizi bütçeleri içerisinde en az kalemi “dijital yönetim”e ayıran ve “ya ne yapıyorsunuz ki, çok para istiyorsunuz” diyebilen yapımcılar umuyorum bugün görecekler ki, ellerindeki tek güç ve kaynak şu an dijitalde varoluşları ve 360 derece etkileşimle iyi yönetilmeleri olacak.
Bugün fark edilmeyen yarının gerçeği
Konuya hala “Netflix’e (ya da başka bir dijital platforma) içerik satalım” olarak yaklaşan yapımcı ve oyuncular da dijital bataklığın bir diğer boyutu. Zira Türk dizi sektörü “Tüm dünyaya dizi satan ve endüstri yaratan bir dev” iken, globalde bir dijital platformun bu güce asla izin vermeyerek önce dünyaca ünlü ve satış potansiyeli olan oyuncularımızı ve yapımcıları, hatta Türkiye’de dizi anlamında en önemli işlere imza atan yöneticileri özel anlaşmalarla kendine bağlayarak dünya çapında elde edilmiş önemli bir gücü yok ettirdiğini, en önemlisi de yarınlarda kendi kimliğimizle var olmanın başarısını ve kazanımını Matrix’deki Mr. Smith’vari “makine dünyası”na hediye ederek, bu durumu ne için olduğu belli olmayan bir karşılık için baştan kaybedilmiş bir savaş olarak görmek gerekir. Bu gerçekliği görmeyerek bununla övünen yapımcı ve oyuncuların bu “benci” yaklaşımlarının koskoca bir sektörün sonunu getirdiğinin de “bugün fark edilmeyen yarının gerçeği” olduğunun notunu düşmek isterim. Yine dinlemeyecek olanlara da örnek cümlem aynı kanal yöneticime söylediğim gibi; “Kafalarını kuma gömüp gördükleri yeri ışıltı sananların ve bugün zafer çığlıkları atanların en tehlikeli yerlerinin dışarıda olduğu ve yarın onun üzerine oturacakları” olduğudur.
Kendi gerçekliğini yaratarak var olmak öne çıkarır
Kişisel olarak da fark ediş ve aydınlanma sürecine girdiğimiz bu yeni dönemde dijital geleceğin gerçekliğinin, saniye başı yapılan ve artık kirliliğe dönmüş olan sosyal medya yayınlarının çok ötesinde olduğunun da hızla ayrımsanıp bu süreçte profesyonel bir noktada gerçekleştirilen başarılı içeriklere nasıl evriltilebileceği konusunda aydınlananların yarınlarda kazananlar olacağını bilmek gerekir. Bugün sudan çıkmış balık gibi, “sadece dijitalde var olabiliyoruz, ne yapsak?” telaşesine düşen herkesin aslında yaratıcılık adına bolca vakti olduğu bu süreçte dijital dünyayı taramaları, öne çıkan içeriklerdeki zeka ve inceliği kavramaları, özgünlüğün, yaratıma verilen özen ve profesyonel yaklaşımın bir çöplüğe dönüşebilen ortamda onları öne çıkaracak ve kalıcı olunmasını sağlayacak parametreler olduğu gerçeğini fark etmeleri önemli ipuçlarıdır. Hep söylerim, Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bu noktada en yaygın yayın platformu olarak Youtube’un başarı formülünü kullanabiliriz. İlk günkü toplantısından bugünkü eğitimlerine kadar Youtube hep şunu söyler: Kendi öz değerlerinizde kalarak, zeka içeren özgün içerikler yapmak, kendi gerçekliğinizi yaratarak var olmak ve süreci profesyonelce yönetmek Youtube’da sizi öne çıkaran başarının sırrıdır.
Ne kadar izlenirsek, ne kadar kazanırız
Klasik medyada yer alan ve ekmeğini oradaki projelerden kazandığı sürece de dijitali ikinci plana atıp hatta bir alt kategori gibi bakan çoğu arkadaşım bana yıllardır “Kim var ki? Influencer mı olalım?” diye sorarlar, biraz da alayla karışık. En çok duyduğumuz sorulardan bir kaçıdır: “Ne kadar izlenirsek ne kadar kazanırız?”, “Dizileri bırakacak kadar kazanır mıyız?”, “Bir projemiz var, kim para verir ki yapalım?”, “Hadi hangi markaya götürüp yapalım kazanalım?” Ya da tıpkı bir televizyon kanalı gibi, 7/24 hizmet vermek gerektiğini söylediğimizde çok büyük yük olarak gelir çoğuna..
Tüm tecrübemle şunu söyleyebilirim ki; ilgi, merak, sebat gösterip gerçekten kıymet veren ve süreci profesyonelce yöneten herkese emeğinin karşılığını net veren adil bir platformdur aslında Dijital Medya… Ektiğinizi biçtiğiniz; ölçülebilir gerçekliği, kandırılamayacak ve değiştirilemeyecek matematiksel rakamlardır çünkü. (Bu noktada “satın alınan” beğeni ve abonelerle ilgili itiraz gelebilir; asıl raporlardaki veriler değiştirilemez matematik gerçeklerdir. Marka yöneticilerinin ya da “like” ve “takipçi” gerçekliğini ölçmek isteyenlerin asıl analizi istemek, görmek ve kullanmak bilgisizliğinden oluşan bu kirliliğin önüne geçecek formülleri artık AGFA’da bulmakta ve hatta sunmaktadır. –AGFA = Dijital dünyayı asıl yöneten en büyük güç Apple, Google, Facebook ve Amazon)
“Dünyadaki şunun yaptığı gibi bir şey/proje” kopyalamasının çok ötesinde, “çoluk çocuk, saçma sapan içerik” tanımlamasının da dışında, özgün içerik noktasında yaratıcı tüm beyinler kazanır ve kazanacaktır.
“Türkiye’de kim var ki?” kısmına gelecek olursak, ki araştırmadan, izlemeden yok saymak İlber Hoca’nın en sevdiğim ifadesiyle büyük “cahillik”tir.
Oğuzhan Uğur en başarılı örnek
Kendi videolarını çekip yayınladığı günlerden, kanalı ile artık iyi de kazanan ve “yaratıcı gençleri isthidam eden” bir yayın platformuna dönüştüren, Türkiye’de Acun Ilıcalı gibi reyting sihirbazı bir televizyoncunun reyting rekortmeni projesi ve kanalının da dijital ayağına zekasıyla imza atan, “Şu an şurada yayındayız” dediği anda binlerce insanı dijital dışında da gerçek dünyada buluşturabilen Oğuzhan Uğur hiç şüphesiz bu ülkedeki en başarılı örnektir.
Oyuncu olarak yer aldığı projeler ve yönetmen olarak imza attığı filmlerdeki başarılarının yanı sıra Net D’nin ilk zamanlarında da dünyayı araştıran, onlarca özgün dijital içerikle bizi buluşturan, anlatan, üreten ve bugün hala klasik yayın mecralarındaki işleriyle dijital mecradaki kodlamayı formül olarak ayrıştırarak başarılı işlere imza atan Caner Özyurtlu çok başarılı, öncü isimlerden biridir. Bu ülkedeki diğer bir örnek hiç kuşkusuz İbrahim Selim’dir. Yıllar önce, daha dijital sürecin ilk zamanlarında bir markanın projesi için Enis’le (Arıkan) buluşacaktık. “Arkadaşım İbrahim çok meraklı dijitale, o da katılabilir mi toplantıya?” demişti Enis. Hayatta en mutlu olduğum şeydi. Dijitale ilgi duyan ve bu alanda oyuncu arkadaşıyla yapılacak bir toplantıya “sormak istediklerim var” diye egodan tamamen uzak bir şekilde dahil olan, dünyadaki işleyişe dair benim de not alıp öğrenmemi gerektirecek zekada sorular soran iyi bir oyuncu ile sohbet etmek. O gün o kadar çok şey sormuştu ve öyle çok konuşmuştuk ki… Bugün imza attıkları işler, Enis’in de İbrahim’in de dijitaldeki başarılarının tesadüf değil, tam da Youtube’un hep formül olarak verdiği gibi, özlerindeki gerçeklikle zekalarını buluşturup akılcı ve özgün içeriklerle, emek ve sebatla, sürekli üreterek ve süreçlerini hep profesyonel yöneterek gerçekleştiren kişilerin başında geldiklerinin kanıtıdır. Buna ek isimler olabilir; atladıklarım var ise özür…
Var mısın yok musun?
Hepsinin ortak paydası ise: “Biri –alışık olduğumuz sistem gibi- bize para versin de yapalım”, “Ne kazanacağız ki?” ya da “Dünyadaki şunu kopyalayıp evriltelim”in ötesinde; yaratıcılıkları, özgünlükleri ve amatör ruhu hiç kaybetmedikleri (yani yaptıkları işten kendileri de mutlu oldukları ve izleyici olsalar kendileri de beğenerek izleyecekleri işleri yaptıkları) halde yönetimdeki profesyonellikleridir. Hemen herkesin ilk sorduğu şey olan para kısmında da onlara –umarım çokça- kazandıran ve her daim var olmalarını sağlayacak formül işte tam da budur.
Bu isimler ve onlar gibi örnekler, diğer dünya gerçeği alenen, üstelik matematiksel olarak gösterilip anlatıldığı halde mavi hapı yutup şimdi bir virüsle uyanan, vaktinde uykuya dalmayı seçen pek çok kişiden farklı olarak; kendi kırmızı haplarını yaratıp onu seçerek Harikalar Diyarı’na çoktan dalıp, tavşan deliğinin gittiği yerleri keşfetmiş olan ve işte şimdi makinelerle savaşta Zion City’yi yönetebilecek komutanlar olarak yerlerini alacaklardır.
Dijital dünyaya hoş geldiniz: Belki de dünya zamanında sizin de vaktiniz şimdi gelmiştir…. Bu dünya epeydir vardı. Naçizane önerim debelenmeden, düşmeden size tavşan deliğinde ışık tutacak donanımı keşfe çıkın derim…. Buradan düne dönüş olmayacak; tüm dünyada hızla yayılan ve duvarlara yazılan motto gibi: “NORMALE DÖNEMEYİZ; ÇÜNKÜ ESKİ NORMALİMİZ SORUNUN TA KENDİSİYDİ!”
Welcome To Real World.
Asıl önemli olan; bir televizyoncu büyüğümüzün sıkça sorduğu gibi: Var mısın, yok musun? It is Matrix!