Cannes markasının değeri azalıyor mu?
A-listesi festivaller arasında Cannes’ın birinciliği tartışmasız. İddialı konuk adedi, program portföyü derken örnek alınası bir organizasyona ev sahipliği yapmayı alışkanlık haline getirdiği kesin. Kırmızı halısıyla marketiyle birlikte de bütün dünyanın mayıs ayında Fransız sahillerine akın etmesi anlamlı hale geliyor bu sayede. Bunu kimse reddemez.
Ama festivali katılıp yakından takip edenler için durum böyle değil. Marketteki satışların ve kırmızı halıdaki yürüyüşlerin pazarlaması, ışıltısı üzerinden yürüyen göstermelik bir şaşaa var. Bunun arkasında ise 100’ü bulmayan filmden oluşan ‘Cannes seçkisi’ önümüze sunuluyor. Bu marka, Venedik ve Berlin’inkinden bile daha burjuvazi zevki gibi karşımıza çıkarılıyor. Galalara sadece papyonla girilebilmesi ise bununla ilişkilendirilebilecek bir konu.
Kabul etmeliyiz ki festival, Semaine de La Critique, Quinzaine des Realisateurs gibi bağımsız yan bölümleriyle de birçok dünya etkinliğine örnek oldu. Bu yıl düzenlenseydi 73. yaşını kutlayacaktı, ama ‘online’ olmayı tercih etmedi. Açıkçası Cannes’ın değeri git gide daha da azalıyor. Sadece önemli bir filmi Netflix’in, Amazon’un, A24’ün, Disney’in veya Focus’un kaç paraya alıp almadığı konuşulur hale geldi.
‘Resmi seçki’, muhafazakar bir ibareye dönüşüyor
Zira 10-15 kişinin kişisel görüşünün ötesinde bir çeşitlilik yok programında. Toronto Film Festivali bu anlamda her türlü sinema geleneğine alan açarak farkını gösteriyor. Daha çok modern klasik çıkarıyor. Bu aralar 2010’ların en iyileri seçkimi yaparken fark ettim, son 10 senenin en iyi 50 yabancı film arasına giren Cannes çıkışlı film adedi 10’u geçmiyor. O zaman bu şaşaa biraz daha göstermelik hale gelmiyor mu?
Festival zaman geçtikçe daha da ‘minimalist’ ve ‘sosyal gerçekçi’ gelenek ağırlıklı filmlerin merkezi haline gelmeye başladı. Eğer tür sinemasında veya bilinmedik bir ülkede başarı varsa yan bölüme atılıyor en iyi ihtimalle. Bunun ötesinde Fransa kaynaklı bir şirketin elinde olmak seçilme oranını artırıyor. Bolca ‘paket usulü film alma’ stratejisi görüyoruz. Bu da garantici bir üretime yol açıyor. Kırmızı halı şaşaası ise kimsenin yüzüne bakmayacağı yerel tür filmlerini öne çıkarmaya yarıyor. Bu durum da açıkçası ‘Cannes resmi seçkisi’ markasının tartışılmasını sağlıyor.
Fremaux artık arthouse diktatörlüğü yapmaya başladı
2020’de aslında yapılacakken son anda fiziksel olarak olmayacağı anlaşıldı festivalin. Sürecin idare edilip edilmemesi çok da önemli değil. Ama geçen hafta 56’lık bir resmi seçki açıklandı. Hedef bu etiketi isteyen filmleri ve yönetmenleri mükafatlandırmaktı. Açıkçası Verhoeven, Weerasethakul, Moretti, Carax, Hogg ve Türkiye’den Kaan Müjdeci’nin başvuruları 2021’e erteledikleri, korona sürecinde böyle bir şans istedikleri konuşuluyor. Ama bu isimlerin eserleri Venedik’te de çıkabilir. Özellikle Amazon’un “Annette”i beklenebilir.
Açıklanan seçki sonrası Fremaux, filmler ‘Toronto’ ve ‘San Sebastian’ kabul ederse ‘Eylül’de yarışma seçkisinde perdede gösterilebilir’ gibi bir söylemde bulundu. Ekim’de Lyon’da kendi düzenlediği Lumiere Film Festivali’ne ise bu sayede Fransız prömiyerini kapatacaktır. Aportta bekleyip dünya prömiyerini de yokluyor olabilir. Kendine fazla güvenmek iyi değil. Zira iki sene önce “Roma”yı (2018) Netflix’e dair ‘diktatör’lüğü kanıtlayan fikirleri yüzünden kaçırarak, yılın en iyisini, sinema olayını Venedik’e hediye etmekten sonra elde bir şey kalmadı.
Üstelik özellikle son senelerde ‘üç saatin üzeri film alamıyoruz’ gibi bir algı oluştu. Bu takıntının ‘filmlerin şu sahnesini kesin’e kadar gittiği güvenilir kaynaklardan duyuluyor. Bu durum da Cannes’ın ‘arthouse sinemanın mafyası’na dönüştüğünü gösteriyor.
Nasıl Oscar’a aday olunca ‘Amerikan sineması klasiği’ ilan ediliyorsa bir film, Cannes’a seçilirse de ‘arthouse sinema klasiği’ ilan edilir garantisi veriliyor. Ancak maalesef bunların ikisi de aşırı abartılan pazarlama taktikleri! Birinin ‘arthouse’, diğerinin ise ‘popüler’ sinemanın en iyilerini sunuyoruz niyetine ‘kalıcılık’ açısından kocaman bir boşluğa dönüşmeleri yıllar geçtikçe daha da belirgin olmaya başlıyor.
Seçkide az eksik var gibi
Bu seneki seçkide ‘yarışma’ açıklanmadı, yedi bölüm duyuruldu: Güvendiklerimiz, Cannes için Yeni İsimler, İlk Filmler, Belgeseller, Animasyonlar, Komedi Filmleri, Omnibus. Bunlardan çıkarttığımız kadarıyla en baştan itibaren Anderson, Vinterberg, Ozon, Kawase, Lee, Maiwenn, Belvaux, Von Horn, Sang-Soo, Trueba, Nossiter, Zhujun, Roehler, Mouret, Thyberg, Miyazaki yarışmanın ciddi adayıydı. Normal şartlarda şansı olmayacak Fukada’nın filmi ise 228 dakikalık süresi sebebiyle şov yapmak için alındı.
“The French Dispatch” büyük oranda açılış filmi olacaktı. Fox Searchlight’ın eserini kapatmak ‘Oscar’da iddialı bir film elimde!’ demek anlamına geliyor. Neon’un bu yılın “Parazit”i (2019) olması için uğraşacağı “Ammonite”ı (2020) Cannes seçkisine vermesi ise filmin kıyıda köşede kalıp kalmayacağının tartışılmasına yol açacaktır. Açıkçası ana isimler arasında anılmaması gibi bir durum oluştu. Ama Telluride ve Toronto’ya girerse yürüme şansı var adaylık konusunda. Bu yılın “Mavi En Sıcak Renktir” (“La Vie d’Adele”, 2013) sahiciliğine yaklaşabilir.
Animasyonda siyahi karakterle bu yıl sıyrılan “Soul”un (2020) da açıklanmaması beklenemezdi. ABD’de yaşanıp #BlackLivesMatter tepkisine yol açan polis şiddeti sonrası Steve McQueen’in Amazon ve BBC’ye yaptığı ‘Small Axe’ mini dizisinden iki bölümün ‘Mangrove’ ve ‘Lovers Rock’un seçkiye dahil edilmesi ise ‘tuhaf ama gerçeğin ta kendisi!’ dedirtti. Ama Amazon’dan 2019’da Refn’in dizisinin birkaç bölümünün yarışma dışı gösterildiği de unutulmamalı. Muhtemelen bu iki bölümü içeren bir özel gösterim yapılması beklenebilirdi. Spike Lee’nin Netflix filmi “Da 5 Bloods”la birlikte politik mesaj açısından bir bütünlük de olurdu.
Çevrimiçi palmiye pazarı yapılacak
Seçkide geçen yıl reddedilen filmler var mı o konuda net emin değiliz. Ama bu seçimin çok da parlak gözükmediği söylenebilir. Ama her şeye rağmen 10-15 arası beklenen yarışma filminin alındığı tespit edilebiliyor. Venedik açıklanınca bu durum daha net çözülebilir.
Meşhur resmi seçkinin Toronto’ya veya San Sebastian’a verilmesiyle birlikte sezon sonu veya 2021’den sonrası için ‘etiket’ nasıl bir katkıda bulunacak? Bu filmler ‘Cannes’ filmi olarak anılacak mı? Yoksa sadece ‘çevrimiçi palmiye pazarı’ndaki satışların maddi boyutuyla borsada yükselme mi konuşulacak? Tüm bunları zaman gösterecek! 22-26 Haziran arasında meşhur ‘Marché du Film’, akreditasyon ücretlerini yarının altına indirerek düzenleniyor.