"Anlamaya başlamanın ilk işaretlerinden biri ölme isteğidir ve zincire vurulmuşluk, çoğu kez özgür olmaktan daha iyidir" dedi Kafka.
Bunun üstüne hiç es vermeden Mevlana söze girdi; "Bugün de, dünün yarınıdır" dedi. Islak bir yudum Lagavulin kadar sakin, ekledim; "Bazen sadakat, insanın kendine yapabileceği en büyük ihanettir…"
Bu muhabbet benzemez gibi gözüken kelimelerin anlamlarında demlenirken, kendimi düşünüyordum. Hayatım boyunca, tesadüfi başarılardansa çalışılmış başarısızlıklara saygı duymuştum. Kendime yazdığım tarih kadar gerçektim ve başımın belası zekam, bana gülmeyi unutturmuştu. Sadece aptalların mutlu olabildiği bir dünyada, kah karıncayı incitmiş, kah da kalp kırmıştım. Bazen bile isteye, bazense farkında bile olmadan… Üstelik, hep sonradan da aklım başıma gelmeden.
İlkel telaşların ve beyni de, namusu da bacaklarının arasına sıkışmış ilkellerin yanından çok geçmiş ama kendime bulaştırmamıştım. Çok tiksinmiş ama kusmamıştım. Görmüş ve susmuştum ama vazgeçmemiştim hem de hiç vazgeçmemiştim. "Hiç" olmaya hatta olabilmeye koşmuş ve yorulmamıştım. Ayrılığın da sevdaya dahil olduğuna hiç inanmamıştım. Olmamasına razıydım hep, yeter ki oluyormuş gibi olmasın… Kahretsin ki korkmamıştım.
Dün, Rumi, Kafka ve ben otururken ve dışarıda zaman akarken, hatta dünya dönerken, hatta Haluk Charles köprüsünde Prag’a sırtını dönmüş küskün trompetiyle, allı turnamı çalarken… Verdiğimiz tavizlerin, neyimizi eksilttiğini, neyimizi arttırdığını sordum. Biri böcekler üzerinden, diğeri sevgi üzerinden anlattı… Anlayanına tabii ki!
İt oynamış yonca tarlasına dönmüş yüreğime "sus"u öğrettim ve sustum. Buyurun varsa, tokum ziyade olsuna baktım. Egomu meçhul bir mezara gömdüm, cehaletimden duyduğum utançla üstümü örttüm. Ah ile dahası vah ile… Evet o sigarayı yine yaktım, tel tel olmuş dumanına tutundum ve demde kalmaya devam ettim, yarına kalmaya, dünün yarınına. Nefesimi piç eden, sözlerimin içine konan reklamlar gibi…
Sabahattin Ali’yi harcamışlardı, bana ne oluyordu ki…
Başım dağ, saçlarım kardır
Deli rüzgarlarım vardır
Ovalar bana çok dardır
Benim meskenim dağlardır dağlar
Dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…
Şehirler bana bir tuzak
İnsan sohbetleri yasak
Uzak olun benden uzak
Benim meskenim dağlardır dağlar
Dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…
Bitez’de bir tepeden bana bakan Erdal, sen de orda güzel dur. Lazım olduğundan değil, benim insanım olduğundan…
Çünkü artık denizin üstünde yürüyen adam olmak hiç ilgimi çekmiyor.