Sekizinci ayın, sekiziydi…
Saadet ve Felaket kardeşleri bekliyordum. Kardeştiler ve daima peş peşe gelirlerdi…
Bukowski, yine mutfağımın lavabosuna işiyordu. Onun alışkanlığı benim farketmezim olmuştu. Konunun dostlukla hiçbir alakası yoktu, o sadece leşti ve leşten besleniyordu. Saadet ve Felaket kardeşlerin ikisiyle de yatmıştı. Onları iliklerine kadar tanıyor olması bundandı. Kitaplarından konuşmazdık, tiksinmekten konuşurken de susmazdık. İnsanı sevmemenin erdeminin önünde diz çöker, iki aşık gibi atışırdık. Kim daha fazla sevmeyecekli bir sidik yarışında kaybolurduk…
"Hışımla bir sigara tüttürür,
Ve tarafsız bir uykuya dalarsın, uyandığında pencereler ve kederin şafağı karşılar seni, borazanlar yoktur, dedi ve devam etti…
Bir yerlerde sözgelimi, bir balık, her yeri göz ve kıpırtı, suda oynaşır durur; o balık olabilirdin, orada olabilirdin, suya mahkum, göz olabilirdin, serin ve asılı, gayrı insan; giy ayakkabılarını, geçir pantolonunu, hiç yolu yok evlat, hiç olmayan havanın hiddeti, ölü menekşeler misali, benzeşmişlerin küçümseyişi, haykır, haykır, bir borazan misali haykır, gömleğini geçir sırtına, kravatını tak evlat; mandolin gibi, hoş bir kelimedir keder ve enginar gibi tuhaf; keder bir kelimedir ve bir yaşam tarzı; kapıyı aç evlat, uzaklaş oradan" dedi.
Yere oturmuş, şiir yazarmış gibi, bebeğine süt verirmiş gibi, sebepsiz bir bağın üzümünü ezermiş gibi ve bana olan şefkati gibi, bahçenin saksılarını boyayan sevgilimin yeşil gözlerini düşündüm. Uzaklaşmayı ve unutmayı istemediğim o yeşil gözleri…
Bir kadının gözleri, vatanın olmuşsa dahası, senin olmuşsa,
Adama sormazlar mı? Hayırdır, nereye ?...
Newton ve Schrödinger’in kedisi, düştü aklıma, hem de çok alakasız.
Ama çok alakalıydı… Mesele fizikti, düzgün doğrusal ve düzgün dairesel hareket kadar değildik çünkü. Kuantum kadar da gerçek. Yerçekiminden daha özgür de, hiç olmadık zaten.
Derken Saadet kapıyı çaldı, Charles kapıya yürürken ben, birazdan gelecek kardeşi kederli fahişe Felaket’i düşündüm. İlk kez umursamadım, ilk kez aşıktım ve artık ölebilirdim. Öteye yol yoktu, biliyordum.
İşte bu, Zerrin’in nezaketi kadar netti.
Şu kısa ömrümde gördüğüm yeteneksizlerin ve cahillerin toplamı kadar yorgundum. Hadsizlerin ve ilkellerin toplamı kadar öfkeli.
Rağmen yaşanacaksa, yaşanıyordu işte…