Hangi kanaldaki hangi diziyi izleyeceğimi…Hangi dijital platformdaki projelerden hangisini izleyeceğimi şaşırmış haldeyim. Böyle durumlarda soğukkanlılığımı kaybediyorum ve hiçbirini izleyemiyorum. Öyle bir ahmaklığım var ne yazık ki…“Son Yaz”ın ilk bölümüne baktım. İzlerken sıkılmadım ama ikinci bölüm için de heyecan duymadım. Gelecek bölümlerde sadece gençlik aşkı tadında olursa hikaye, bırakırım diziyi. Ama yeraltı dünyası güzel kompozisyonlarla işlenir, iki konu başarıyla örülürse bir iki şans daha kendime. Exxen ve Gain’e daha hiç başlayamadım. Malum ben bir online eğitim annesiyim.
Bir garip hallerdeyim anlayacağınız. Yasak Elma’ya olan ilgim hiç azalmıyor ama. Bu sefer gecekonduya Ender ve Şahika düştü. Enteresan olan ya yalıda ya boğaza tepeden bakan evlerde ya da gecekonduda çekiliyor bölümler. Yani yalıdan direkt gecekonduya geçiş bir tuhaf hissettiriyor insana. Paralel evrende borç ödüyorlar sanki. Yani bu kadar zengin insanların bütün hayatı Argun Holding’teki hisseleri mi? Başlarına o kadar şey geliyor insan “ya olur da biri bir düşmanlık yapar hisseler gider” düşüncesiyle kıyıya köşeye bir para koymaz mı? Sonra o mücevherlerden birini satıp temiz bir semtten bir 3+1 kiralayamaz mı? Pehhh… Ne anladım o zaman ben o koca koca taşlardan ki ben; Göztepe Marmaray’a yakın kombili bir dairenin birkaç aylık kirasını ödetemiyorsa bana… Bir de koskoca Ender’in kardeşinin cebine azıcık para altına ufak bir Corsa veremiyor olması da ayrı muamma. Gülenay Kalkan’ın oynadığı Feride bence harika bir kayınvalide oldu Yıldız’a… Kıyamıyorum gerçi ama keyif de alıyorum. Özellikle Asuman Feride kapışması ilerleyen bölümlerde daha da tat verecek gibime geliyor.
Hayata dair değişik sorgulamalarım var bu aralar. Özellikle medya ve TV camiasında malum birilerinin bir sürü işi birilerinin de hiç projesi yok. İşi çok olanlar zaten Amerika kıtasını onlar kurtaracakmış gibi bir havadalar. İşi olmayanlar da sürekli ağlama halindeler. Siz siz olun kimsenin işi gücü, projesi yolunda gitmiyor diye üzülüp dertlenmeyin. “Acaba destek olabilecek bir şey yapabilir miyim?” diye de kafa yormayın. Biz basına yakın insanlar bu konuda çok kullanılırız. Sonra o kişilerin ellerine ufacık bir fırsat geçtiğinde haberlerini sosyal medyadan herkesle aynı anda alırız. Çünkü totem yapmışlardır. Siz de kem gözlü olmuşsunuzdur. Kırılmamak, alınmamak, üzülmemek için anahtar belli. Yaralı parmağa dokunmamak. Eskiden gücü olan kişiler etraflarına yardım eli uzatmadıklarında ayıplardım. Şimdi anlıyorum! Tecrübe her şeydir… Aslında tecrübe biraz kirlenmektir. Ve maalesef kirleniyoruz.
Demet Şener- Cenk Küpeli boşanmış. Yakışmışlardı bence ama şaşırmadım boşanmalarına. Yaş farkı ya da acele evlilik değil bu durumu olağan karşılamamın sebebi. O kadar çok konuştular ki aşklarıyla alakalı… İster istemez sorguladık. Çünkü bu da tecrübeyle sabit, olanı konuşmuyor kimse. Olmayanı oldurmaya çalışıyor. Mesela iki sevgili tatildeyseler ve mutlularsa sosyal medyaya fotoğraf ekleme çabasına girmezler. Nerede olduklarını gösterme ihtiyacı o anda olmayan mutluluğu yansıtma çabası varsa oluşuyor. “Mutlu değiliz, en azından birileri mutluyuz sansın” mantığı… Çünkü olay fotoğraf eklemekle kalmıyor. Kimler baktı, kimler beğendi, kimler yorum yazdı diye ikide bir kontrol istiyor. Bir de yorumlara cevap yazma kısmı var ki zaten otelden çıkış yapma vaktini getiriyor.
Bu hafta biraz depresif girdim konuya sanırım. Biraz kendi içime dönmeliyim galiba. Çünkü insan başkalarına değil kendisine öfkeliyse kalemi kirleniyor esas. Ne demiş Özdemir Asaf: “Ben hep kendime çıkan bir yokuştum. Yokuşun başında bir düşman vardı. Onu vurmaya gittim. Kendimle vuruştum.” Gelecek haftaya kadar kendimle vuruşayım, daha keyifli konularla aranıza karışayım.