Ankara’nın gözbebeği film festivallerinden bir tanesi olan Gezici Festival, 27.yılında izleyicisiyle bir araya geldi. Benim için Gezici Festival’in yeri farklı, çünkü bir dönem çalışmalarına yakından şahit olduğum ve ekibinde görev aldığım bir festivaldir. O yüzden Başak Emre ve Ahmet Boyacıoğlu başta olmak üzere tüm ekibin nasıl bir özveriyle program çıkarttığının yakından şahidiyim. Yedi gün boyunca dolu dolu bir film seçkisiyle izleyici karşısına çıkan festivalin salonu dopdoluydu. Özellikle film söyleşisi yapılan Türkiye yapımı filmlerde neredeyse yer kalmazken, BabaZula konseri eşliğinde gösterilen “Eli Kulağında” filminin gösterimi tıklım tıklımdı. Büyük ölçüde planladığım yabancı filmler izleme fırsatı buldum festivalde. Benim açımdan sinema dolu bir festivaldi diyebilirim. Ankara’daki gösterimlerin sona ermesiyle Sinop ve Kastamonu’da izleyiciyle buluşacak olan festivalde izlediğim filmlere şöyle bir bakalım derim…
Ruh halleri üzerine sarsıcı bir büyüme filmi: Close
Cannes Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan ve Lukas Dhont’un yönetmenliğini üstlendiği “Yakın / Close” festivalin programında gösterilen ilk filmdi. 13 yaşındaki Leo ve Remi adlı iki yakın arkadaşın hikayesine odaklanan film, bir dostluk hikayesinin daha küçük yaşlarda ortaya çıkan ‘homofobi’ yüzünden geldiği nokta, yaşanan facia ve küçük yaşta erken büyümek üzerine şekilleniyor. Sıcak, samimi ve bir o kadar sahici bir arkadaşlık hikayesinin evrilip dönüşümü üzerine bir hüzün yolculuğu izledik. İnce bir zar gibi hassas duygularımız dönüşebilir elbet, karakterler arası dönüşüm de dikkat çekici bu noktada. Kırıcı olmadan birbirimize davranmak bu kadar zor mu diyoruz filmi izlerken. Suçluluk duygusu, 'hayat devam ediyor' klişesi ve ruh halleri üzerine sarsıcı bir film olmuş. Daha küçük yaşta faciaları anlamlandırmak ve bu yüzden erken büyümek bir hayli zor bir psikoloji. İşte filmde de aslında bu psikolojik baskının ve homofobinin yarattığı travmalar ve facialar üzerine güçlü bir senaryo anlatılıyor. Yaşanan kavga sonrası çiçeklerin yok edildiği bir sahne vardı filmde. Mesela resmen yaşananların habercisiydi, iyi giden her şeyin bir anda tepetaklak olması… Leo'ya hayat veren Eden Dambrine'nin performansı mükemmel derecede etkileyiciydi. Her duyguyu aynı anda yaşadığım, sımsıcak ve bir o kadar sarsıcı bir filmdi Yakın…
Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Film dalında İrlanda’nın adayı olan “Sessiz Kız / The Quiet Girl” bir diğer dikkatimi çeken ve zevkle izlediğim filmdi. Colm Bairead’ın yönettiği ve senaryosunu kaleme aldığı film, fakir bir ailenin küçük kızı olan Cait’e odaklanıyor. Sürekli sessiz kalan bir kız olan Cait, ailesi tarafından durumu daha iyi olan uzak bir akrabalarının yanına gönderilir. Cait’i bu ailede yeni bir yaşam beklemektedir, ama geçmişte yaşananlar da peşlerini bırakmaz… Film, masum ve saf bir kız çocuğunu odağına alarak, güçlü bir dram hikayesi sunuyor. Film boyunca masalsı bir hikayeye yarenlik ediyor ve sanki tüm hücreleriniz arınmış bir duyguyla filmden çıkıyorsunuz. Yeni bir evde yeni bir hayata alışmak, kendine yeni bir anne baba seçmek ve zamanla sınırlarını aşarak büyüdüğünü hissetmek... Cait’i izlerken adeta küçük bir çocuğun kalbinden filme bakıyoruz ve bu kalp o kadar saflıkla dolu ki, hele çevresinde niyeti iyi olmayan birileri gördükçe ve iyi niyetli birilerini tanımaya başlayınca kendini açması… İletişim kuramamış ve bu yüzden davranış bozukluğu olarak sessizliği seçtiği için tuhaf bulunan bir kızın, aslında büyüme ve olgunlaşma hikayesi çok güzel yaratılmış. Bu süreçte de aslında onun saf ve masum duygularının ayyuka çıkması ve bir anlamda bağlanmayı tatması da çok güzel anlatılmış filmde. Cált'a hayat veren Catherine Clinch'in umut verici müthiş performansında nefes aldım. Muhteşem bir sinema rüyasına daldım bu filmle beraber aslında…
Baba Zula ile tarihe kazınan unutulmaz anlar
Festivalin en unutulmaz ve belki de 2022’de hayatım boyunca unutamayacağım en özel an olacaktır şimdi anlatacağım olay. 1921 yapımı nostaljik film “Eli Kulağında” yani “Just Around The Corner” filmini festival kapsamında izledik. Filmin hasar görmüş sahnelerinin bir çoğu revize edilmiş ve yazı kartonlarında da yenilenmeye gidilmiş. O yüzden bu nostaljik filmin kurtarılması ve festival kapsamında izleyiciyle buluşması çok özel oldu. Sessiz bir film olduğu da belirtmek gerek, film için festival kapsamında efsane müzik grubu BabaZula ses oldu biz izleyenlere. Filmi BabaZula’nın müzik yorumuyla beraber izledik ve unutulmaz dakikalar yaşandı. Öncelikle filmden bahsedecek olursam, yoksul bir aile olan Birdsong’lara odaklanıyoruz. 1900’lü yılların başındaki adaletsiz yaşamı anlatan film, hem bir hayat mücadelesi hem de absürtlüklerle dolu her duyguyu anlatan bir film olarak karşımıza çıkıyor. Filmdeki bir çok duyguya güzel karşılıklar veren BabaZula ekibi, harika bir yorum kattı filme. Filmin duygusuna kapılıp giderken, bir anda kendimizi bir konserin içinde buluverdik…
Ve “Kısa İyidir” seçkisinde yer alan “Hostes 737” filmi en dikkatimi çeken film oldu. Yunanistan yapımı film, aslında hem dış görünüş yargılarının bir kenara atılması gerektiği üzerine hem de gereksiz korkularla başa çıkmanın aslında kendimizi zorlamaktan başka bir işe yaramadığını gösteriyor. Filmin başrol oyuncusu Léna Papaligoúra da başarılı performansıyla filme farklı bir renk veriyor. 1973 yılında Şili’de yaşanan askeri cunta prostestolarına odaklanan “Hayali Ülkem” belgeseli de, uzun zaman sonra soluksuz izlediğim bir belgesel oldu. Röportaja dayalı ama bir yandan da kuşaktan kuşağa geçiş yapan planlı bir belgesel izliyoruz. Acılar, haksızlığa uğramışlar ve onurlu bir yaşam arayanların hikayesi; Patricio Guzman’ın hikayesinde can buluyor. 1976 yapımı “Başkanın Bütün Yalanları” da geç yakaladığım filmlerden. Washington Post gazetesindeki iki muhabirin Başkan Nixon’un istifasıyla beraber yaşanan Watergate soygununa odaklanan film, sürükleyici ve merak unsuruyla dolu aslında. Dönemine göre dolu dolu ve güçlü bir senaryo olsa da, her konuyu anlatma çabasıyla günümüzde izlenmesi zor bir film olduğunu belirtmek mümkün.
Müzikal tadında bir dans sunumu: Nina
Olağanüstü bir dans gösterisiyle nefes aldım desem yeridir. Adeta bir Broadway müzikali saatleri yaşatan “Nina” gösterisini izledim. ‘PRJCT360’nın hazırladığı ve My Ticket Entertainment’ın organize ettiği gösteri, ‘Caz Çağı’na doğru ışıltılı bir yolculuk sunuyor. Dijital ekranıyla bir bakıma film tadında bir müzikal gösteri şovuna da dönüşen Nina, ışık şovlarıyla da seyirciyi cezbediyor. Bir bakıyorsunuz bir barda, bir bakıyorsunuz tavernada, bir bakıyorsunuz hapishanede, bir bakıyorsunuz ki havalimanındayız. Dans her alanda haykırarak yapılır mesajı veriyor gösteri aslında. Mükemmel ötesi bir koreografiye sahip olan Nina’nın, gençlerden oluşan dansçıları da ayrı birer yetenek abidesi adeta. Harika ötesi kostümleri de olan dansçılar ayrı bir özene hazırlanmışlar gösteriye. Her biri altın değerinde, tek tek alkışlanmalılar.