Herkese çok uzun bir aradan sonra, kocaman bir ‘merhaba’! Dizi Doktoru’nda yazmayı o kadar çok özlemişim ki, çok uzun zamandır tutkunu olduğum ve beni gülmekten yerlere yatıran bir diziyle döndüm. Sosyal medyada önüme düşmeye başladıkça hastası olduğum ve ilk sezonundan sonra ikinci sezonunda da tutkunu olduğum ‘Prens’ i övmelere doyamayacağım bir başlangıç yapacağım. Yeni dönem mizahı dediğimiz, ama ‘Leyla ile Mecnun’ dizisinden de aşina olduğumuz, yeni ‘absürt’ tarzı o kadar çok hoşuma gitmeye başladı ki.. ‘Gibi’ ile başlayan bu süreç, yeni keşfettiğim ‘Bonkis’ ile devam etti. Bu absürtlük bir yandan kahramanların iyi ya da anti olmasında da bir dengesizlik yarattı ve “sahi, biz ne zaman anti-kahraman sever olduk?” diye sorarken buldum kendimi… Ama gerçekten karnıma ağrılar gire gire bir komedi dizisi izlemeye ihtiyacım varmış. Hızır gibi yetiştiniz, o zaman dalalım bakalım Prens mevzusuna…
Biz bu anti kahramanı çok sevdik!
İlk sezonu 3 yıl yayınlanacak platform aramış olan Prens’in hikayesi, tamamen bir uydurma olan Orta Çağ krallığı Bongomya’da geçiyor. Absürtlüğü, iyiliği, saflığı, kötülüğü, entrikayı ve özgünlüğü bir arada bulunduran Prens, her bölümünde kahkahalara boğulmamı ve zaman zaman şaşırmamı sağladı. Dizideki her bir karakter nevi şahsına münhasır ve bir o kadar cezbedici. Bomgomya Krallığı, tamamen finte fesat tiplerle doldurulmuş ve hiçbiri birbirine benzemeyen balıklarla dolu bir komedi akvaryumu havası veriyor. Dizin her bir bölümü de çok planlı bir şekilde ilerliyor, ki absürt bir komedide bu sistem bu tarz dizileri sevmeyen izleyiciyi bile içine çekebilecek bir matematikle sunuluyor. Mesela Bomgomya Krallığı hayali olsa da, çevresindeki ülkeler tarihten alınma İsveç, Macar gibi… Adı bile olmayan Prens karakteri, dizinin başrolü ve tamamen bir anti-kahraman. Anti bir karakteri sevdirmek çok zordur, hem seviyor hem nefret ediyorsunuz o karakterden ve tümüyle Prens’e karşı bu hislerin hepsini hissedebiliyorsunuz. Ama ne yalan söyleyeyim, ikinci sezonu ilk sezondan daha çok sevdim. Çünkü hikaye çok daha evrenselleşiyor ve ufku açılıyor Prens’in. Aynı zamanda Türkiye’de ilk kez kullanılan Virtual stüdyo sisteminin ikinci sezonda daha çok gelişmiş olarak dizide yer aldığını görüyoruz. Dizinin kamera arkası sürecii anlatan yaklaşık 40 dakikalık bir belgesel de, Blu TV’de izlenebiliyor. Arka olandaki büyük emek ve izlerken gerçek hissini aldığımız o efekt çalışmalarına, bir kez daha belgeselin ardından saygı duydum.
Aslında ilk sezonda daha çok dizinin ana karakterlerini ve Prens’in karakterini tanıyoruz. Prens’in babası Kral Thun’un ölümünün ardından, saraydaki birbirinden tuhaf ve birlik gibi görünen, fakat tamamen birbirlerinin kuyusunu kazmak için mücadele eden üyeleri de tanıyoruz. Diziyi Altınok ile beraber yazan ve ‘Elçi Sangu’ olarak karşımıza çıkan Kerem Özdoğan, bence ayrı bir dahiliğini burada gösteriyor. Giray Altınok ve Kerem Özdoğan’ı “Buyur Bi De Buran Bak” skeçlerinde izlerken de oyunculuklarına bayılıyordum, ama mizahi kalemlerine de bayılabileceğimi tahmin etmezdi. Tamamen bir birilerine laf sokan, eksiğini bulmaya çalışan ama zaman zaman iltifatlarda bulunan karakterleri izlerken aşırı eğlendim. Dizideki karaklerlerin totali bir nevi insan manzaraları hissi veriyor. Özellikle Ceyda Düvenci’nin komedide bu kadar başarılı bir performansına şahit olmaktan çok keyif aldım. Sion’un Prens ile muhabbetleri ve Anarkhia ile atışma sahneleri bir harika.
“Bizde aileye yamuk olmaz!”
Giray Altınok, ‘Prens’ karakterini yıllar önce sosyal medyada ‘Kral’ olarak bize sunmuştu. Çok hatırlamadığımdan o videolara da bir baktım, gerçekten bu karakterin dizi olması yerinde bir karar olmuş. Bu kadar kendini beğenen ve insanlardan nefret eden bir karaktere hayran olmak, hatta nefret edercesine bayılmak büyük bir başarı. Bu noktada Altınok, karaktere kattığı lezzetlerle harika bir izleti keyfi sunuyor. Dizinin Kalesh’i Serdar Orçin’i de uzun süredir festival filmleriyle gözlemlediğimiz için, bir komedide neler yaratabileceğine yeniden şahit olmak oldukça farklı bir his yaratıyor. Gerçekten Prens benzeri anti ve sevip sevmemek arasında kaldığımız karakteri çok başarılı canlandırıyor. Ama en çok Hasharia’yı canlandıran genç oyuncu Derya Pınar Ak’ın parlamasına şahit oluyoruz. Genç yaşında oldukça iyi performans ortaya koyan Ak, Hasharia ile adeta bütünleşmiş gibi ve her sahnesinde bana çok geçtiğini hissettim. Diziye 2. Sezonda dahil olan Korsan Vandyke’ı canlandıran Çağlar Ertuğrul ise; bence kendi challenge’Inı yaptığı, daha önce oynadığı rollerden tamamen zıt ve bu kez kendi renkli kişiliğinden yansıtmalar eklediği bir karakterle karşımıza çıkıyor. Komedide çok daha iyi olduğunu ve ‘manipule’ konusunda uzman korsanımıza ışıltı verdiğini keşfediyoruz. Ve dinlediğimden beri ağzıma takılan ‘Kaptan Vahşi Kelebek’ şarkısını da seslendiren Ertuğrul, dizinin Giray Altınok ile beraber adeta parlayan yıldızı haline gelmiş. Ayrıca dizinin ‘Larg’ı Bahadır Vatanoğlu, ‘Orion’ u Onur Özaydın ve ‘Köle’si Canberk Gültekin’in de dizide kattıkları artılarından bahsetmeden geçmemek gerek.
Son duyuma göre 3. sezon da yoldaymış, yani eğlence gelecek sezonlarıyla da devam edecek. Kim bilir 3. Sezondan hangi replikler dilimize pelesenk olacak, merak konusu. “Geberiyorsun dimi kıskançlığından, kudur!” derken bile içimizdeki yağları eriten anti ve bir o kadar ‘sevimsiz!’ Prens, gerçekten efsaneler arasında yerini aldı. Bu noktada yiğidi öldür, hakkını yeme demeden geçmemek lazım. Ee ne demiştik, “Biz Bongomyalıyız, bizde aileye yamuk olmaz!”
Film festival mevsimi başlıyor
Biz sinema tutkunları için Eylül – Ekim ayları arası heyecan vericidir. Çünkü film festivalleri sezonumuzun başladığı dönemlerdir. 17-22 Eylül’de Ayvalık Uluslararası Film Festivali gerçekleşecek. Film programı da yavaş yavaş açıklanan festivalde, “En Sevdiğim Pastam” filmine denk gelirseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. 23-29 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali gerçekleşecek. Ulusal yarışma seçkisi açıklanan festivalde, 11 filmden 10’u Türkiye prömiyerini yapacak. 30 Eylül – 4 Ekim arasında ise, sinema sektörü adına önemli girişimlerden bir tanesi olan “12. Bodrum Türk Filmleri Haftası ve CineBodrum Sinema Sektör Zirvesi” gerçekleşecek. Bu festivalin hem Bodrum’da hem de Kos’a gösterimler ve özel sinema söyleşileri gerçekleştirmesi heyecan verici oluyor. Ve her yılın sinema olayı Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali ise, 5-12 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek. Geçtiğimiz yıl yapılamayan festivalin bu yılki seçkisini ve programını da merakla bekliyorum. 7-15 Kasım tarihlerinde ise, benim için ayrı bir yeri olan ve sinemaya olan tutkumun başladığı 35. Ankara Film Festivali gerçekleşecek. Festivallerde ve sinema salonlarında buluşacağımız bir sezon olsun!