1969 yılının haziran ayında yaşanan Stonewall ayaklanması, tüm dünyadaki LGBTQIA+ mücadelesinin dönüm noktası olması sebebiyle, o günden beri dünyanın birçok yerinde bitirdiğimiz haziran ayı "Onur Ayı" olarak kutlanmakta. 21. yüzyılda halen insanların ırk, dil, din ve cinsel yönelimler nedeniyle yaşadığı ayrımcılığı ve baskıyı görüp üzülmemek, öfkelenmemek elde değil. LGBTQIA+ hareket ve süregelen mücadelesi sanatın her dalını etkilediği gibi tiyatroyu da etkilemiştir. Bir haftalık gecikmeyle de olsa bu yazımda, bu hareket ve mücadelenin tiyatrodaki izlerini sürerek Onur Ayı’nı kutlamak istedim.
20. yüzyılın ilk yarısında tiyatroda LGBTQIA+ karakter ya da temalar yaratmak için ciddi mücadeleler yaşandı. Örneğin; 1926’da Broadway’de ilk kez lezbiyenliğin tasvir edildiği The Captive isimli oyun New York’da öfkeyle karşılandı ve müstehcenlikle ilgili yeni yasalar getirilmesine neden oldu. Hemen bir yıl sonrasında, 1927’de sahnelenen bir drag-queen’in anlatıldığı The Drag adlı oyun ahlaksızlık nedeniyle durduruldu.
1953’de Robert Anderson’un yazdığı Tea and Sympathy’nin sahnelenmesi önemli bir dönemeç sayılmaktadır. Eşcinsel olmakla suçlanan bir genç ve ona yardımcı olan bir kadının hikâyesine odaklanan oyun, eşcinselliğe karşı olan ön yargıların altını çizerek ardından gelen Edward Albee, Tennessee Williams gibi büyük yazarlara ilham olmuştur.
1968’e gelindiğinde Mart Crowly’in The Band in The Boys oyunu, eşcinselliği merkezine alan hikayesi ile mücadelenin görünür olmasına büyük destek sağlamıştır. Stonewall ayaklanmasında da büyük bir itici güç olan oyun, LGBTQIA+ hareketinin 70’li yıllardan itibaren tiyatro sanatında ivme kazanmasına aracı olmuştur. 1974 yılında ilk profesyonel gay tiyatro kurumu The Other Side of The Silence’ın kurulmasıyla eşcinsel hakları hareketi ile tiyatro yoldaş olmuştur.
80’li yılların başında patlak veren AIDS, LGBTQIA+ üyeleri ve destekçilerinin yolunu kapamak isteyenlere güçlü bir bahane yarattı. Bu nedenle bu yıllarda neredeyse 10 yıl boyunca kuir tiyatro hareketinde de başrolün AIDS olduğunu görürüz. 1985 yılında prömiyer yapan Larry Kramer’in The Normal Heart -ülkemizde de CRAFT Tiyatro tarafından Kalp adıyla sahnelenmektedir- oyunu AIDS karşısında halkı bilinçlendirmek için güçlü bir adımdı.
1990’lı yıllarda LGBTQIA+ topluluk dünyanın birçok yerinde destek alarak kurumsallaştı, birçok ülke nefret suçları yasalarıyla topluluğu korumaya almaya başladı. Bu yaşananlar tiyatroda da yansımasını buldu ve topluluk farklı yönleriyle oyunlarda işlenmeye başlandı.
Tony Kushner’in Angels In America adlı epey uzun oyunu dönemin en önemli eserlerinden biridir. “Ulusal Temalarda bir Gay Fantezisi” olarak da anılan oyun ırk, din, politika ve cinsel kimlik arasındaki bağları inceleyerek kendisinden sonra gelecek tiyatro hareketini derinleştirmiştir.
90’lı yıllarında sonu, 2000’ler ve günümüze kadar uzanan süreçte LGBTQIA+ hareketi çok sayıda tiyatro eserinde, farklı konular, farklı sorunlar olarak yerini bulmuştur ve bulmaya devam ediyor. Ülkemizde de özellikle 2000’li yılların başında, apartman dairelerinde, garajlarda, her yerin sahne olabileceği fikriyle yola çıkılan “black-box” salonlarda başlayan bağımsız tiyatro hareketi, LGBTQIA+ teması ya da karakterleri barından birçok yerli ve yabancı başarılı oyun sahnelemiştir.
Mekan Artı’nın, Ufuk Tan Altunkaya’nın aynı adlı kitaplardan uyarlayıp yönettiği 80’lerde Lubunya Olmak ve 90’larda Lubunya Olmak oyunları, D22 ile bizi ilk kez tanıştıran 76 yılında Martin Sherman’ın yazdığı Bent adlı oyunu, Seyhan Arman’ın kendi yazıp oynadığı Küründen Kabare, Craft Tiyatro’da sahnelenen Kemal Hamamcıoğlu’nun yazdığı Garaj, Philip Ridley’in yazdığı Uğrak Yeri, Stef Smith’in yazdığı Yutmak, Uğur Kanbay’ın kendi yazıp, yönettiği ve oynadığı Eylül, DOT Tiyatro’nun sahnelediği Philip Ridley oyunu Kürklü Merkür, Mark Ravenhill imzalı Shopping and F**cking, Zinnie Harris’in yazdığı Şafakta Buluş Benimle, Galata Perform’un prodüksiyonu olan Ahmet Sami Özbudak’ın yazdığı İz, Ebru Nihan Celkan’ın yazdığı B Planı oyunu Benimle Gelir misin? benim aklımda ve kalbimde yer eden bazı örnekler.
2017 yılındaki 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi’ni kaleme alan Isabelle Huppert yazısında diyor ki; “Benim için tiyatro ötekidir, diyalogdur, kinin, hıncın yok olmasıdır.” Dünyayı değiştirmek, daha iyi bir yer kılmak için didinen tiyatro ve LGBTQIA+ toplulukları aynı amaç için ses yükseltmiştir birlikte; her insan farklıdır, farklılığı ile güzeldir. Irk, dil, din, millet ve cinsel yönelimin kimseyi iyi ya da kötü, değerli ya da değersiz kılmadığının ve kimseyi ilgilendirmeyeceğinin herkesçe anlaşıldığı bir gelecek umuduyla, sevgiler!