2009 yılı... DOT’un mobil projesi DotMarsta’nın ilk yılında asistan olarak geldi Barış Gönenen tiyatroya. 20 yaşında gencecik bir tiyatro öğrencisi... Hevesi, çalışkanlığı, öğrenme arzusu, tiyatro aşkı... İlk bakışta anlaşılıyordu kendi kuşağının ender öğrencilerindendi. Beykent Üniversitesi Tiyatro bölümünde okurken bir yandan da ardı ardına birçok oyunda oynayarak öğrenme ve büyüme sürecinde birçok yaşıtından hızlı yol aldı. Bazen yakından, bazen uzaktan büyümesini izlemekten çok mutlu olduğum biri Barış. İlk günkü heyecanını yitirmeyerek profesyonel yolculuğunun 10. yılında oynadığı nice oyun, aklımıza kazınan nice rolle son dönem bağımsız tiyatro hareketinin “altın çocuğu” o benim gözümde. Barış’ı izlemeyi sevdiğim kadar sohbet etmeyi de hep sevmişimdir. İkimizin de ortak tutkusu tiyatro odağında yaptığımız bu keyifli sohbeti paylaşmak istedim bu hafta.
Tiyatro yolculuğunu değiştiren kişi, kurum ya da olay ne Barış?
Birincisi DOT tabii aslında. Bütün filmi şimdi başa sardığımda sürekli karşıma çıkıyor bu. 10 yıl oldu neredeyse ama DOT’taki bir rejide kafama kazınmış bir şey geliveriyor provalarımda ya da asistan olduğum dönemdeki birçok oyuncuyla aynı sahneye çıktım sonradan... Benim için bu çok önemli bir şey.
Peki, hangi oyundaki performansın daha görünür ve bilinir olmanı sağladı sence?
Galiba Limonata. Kariyerimi hızlandıran oyundur, şöyle ki hayatımda ilk defa Limonata’dan sonra oyun teklifi aldım. Aslında 3 oyun var kariyerimde mihenk taşı gibi duran, yani 10 yıllık şu kısacık kariyerimde tabii. Limonata, Uğrak Yeri ve Kabileler.
“DOT’tan mezun oldum.”
Oyun teklifi geldi deyince neye göre seçiyorsun Barış oynayacağın oyunları?
Yakın zamanda keşfettiğim bir şey bu. Ben kariyerimin ilk 5-6 yılında genç bir oyuncuydum, küçüktüm, çok eksik bir tiyatro eğitimi aldım, hatta geçen gün bir röportajımda da söyledim ben DOT’tan mezun oldum. Okulumdu orası. 2 sene orada 5 tane oyunun asistanlığını yapmak çok önemliydi benim için. Bu nedenlerle ilk başlarda önüme gelen çoğu oyuna ‘evet’ dedim. Çok oyun oynayıp, çok idman yaptım aslında. Ki 2011-2014 arası çok iyi bir dalga vardı bağımsız harekette. Çağdaş metinlerde 20’lerin başında çok rol vardı. İyi yazılmış roller çoğu da. Böylece kısa bir zaman içinde kendimce tecrübeli bir oyuncuya dönüştürdü beni o süreç.
Ama artık seçim yapabildiğin bir dönemdesin, şimdi seni seçmeye iten faktörler ne?
Şimdi çok, çok dikkat ediyorum. Metnin bir tarafının beni çok çekmesi gerekiyor. Oynamak için oynamak istemiyorum artık.
“Her prova dönemi hastalanırım”
Şunu merak ediyorum metin seni çok heyecanlandırdı ya da rol seni yakaladı, işin yapılacağı kurum, yönetmen, kast bu duygunu değiştirebilir mi, yoksa sadece metin ve rolle mi ilgilenirsin?
Böyle yaklaştım ve yanıldım. Bazen oyuncu olarak kendimizi işin çok merkezinde sanıyoruz, böyle bir illüzyona kapılıyoruz. Aslında tiyatro üç ayaklı tabure, her ayağın sağlam olması lazım yoksa düşebilirsin. Yönetmenin de kastın da kendi açımdan ikna edici olması gerekiyor. Yoksa çok bir metin, çok iyi bir rol diyerek başlayınca, diğer yanlar eksikse yolda ayağına dolanmaya başlıyor. Ve tatmin olmuyorsun açıkçası.
Yönetmenlik tecrüben de oldu. Ve çok boyutluluğu bu kadar önemseyen bir oyuncunun yönetmenlik yapmasından heyecan duymuştum. Niye devam etmedin? Mutlu mu olmadın, senin tiyatroda alanının yönetmenlik olmadığını mı düşündün?
Başka koltuklardan tiyatroya nasıl baktığımı anlamaya çalıştım aslında. Bir oyun da yazdım, hatta ilk yönettiğim oyun da oydu. Ama şu an oyunculuğun beni daha çok mutlu ettiğini fark ettim. Biraz daha büyümem gerekiyor sanırım. Ben kendi krizlerimi kolay yönetebilen biri değilim. Oyun yönettikten sonra yönetmenlere çok daha özenli davranmaya başladım bu yüzden. Rol çalışırken bile kayboluyorum, her prova dönemi hastalanırım. Aslında psikolojik bir şey tabii ki. Tanrı’nın Eli prömiyerinden 3 gün önce sesim kısıldı mesela. Sahne heyecanı olan bir oyuncu da değilim aslında, daha çok yılbaşı günü eğleneceğini bilirsin ya, öyle bir şey benim için. Yaşasın parti hali. Prova seviyorum daha çok, bizim mesleğin en güzel tarafı prova bence. Kafan da çalışıyorsa bir şey öğrenip çıkıyorsun her provadan. Oyun oynamak da eğlence günün sonunda.
“Tiyatroyu da evinde televizyon izler gibi izliyor”
Bu yılın tiyatromuza damga vuran tartışması olan “altın çağ” meselesi için ne düşünüyorsun? Gerçekten en iyi dönemini mi yaşıyoruz tiyatronun?
Asla, belki de son 10 yılın en kötü dönemini yaşıyoruz.
Neden peki sence?
Birçok perspektiften bakmak gerekiyor bence. Birincil sebebi belki de şu; 2013’ten, Gezi döneminden sonra İstiklal Caddesi’ndeki o şahane bağımsız tiyatro dalgasının dağılması, birçok tiyatro ve tiyatrocunun ayağını İstiklal’den çekmesi. Çok iyi giden bir jenerasyon sekteye uğradı, enerji kırıldı ve herkes dağıldı. Hatırlıyorum oyun oynadığım dönemlerde, öğrenciydim hatta, İstiklal Caddesi’nde akşam birçoğumuz oyunlarımıza giderken “İyi oyunlar” diyerek selamlaşırdık. Bir tiyatro mahallesi gibiydi, herkesin teması vardı herkesle. Bugünün tiyatrosunun nabzını tutan birçok yazar, yönetmen, oyuncu o dönemde mesleğe başladı. Kuşaklar arası iletişim de kuvvetliydi. Sonrasında büyük sahneler, tiyatro endüstrileşiyor mu fikirleri, televizyonun gücünü yitirmesi geldi. Böylece tiyatro son birkaç yılda televizyonun bir uzantısı gibi oldu. Problem de öyle başlıyor. Seyircinin birçoğunun birincil amacı da televizyonda gördüğü kişiyi tiyatroda görmek oluyor, tiyatroyla ilişkisi bu kadarla kalıyor ne yazık ki. O yüzden tiyatroyu da evinde televizyon izler gibi izliyor.
Değişen tiyatro seyircisi çok ayrı bir mesele değil mi? Eskiden tiyatro sever seyirci oyun sonrası bekler, fikirlerini bizlerle paylaşırdı fuayelerde. Şimdi tiyatro seyircisi ben de oradaydım demek için, sosyal medya üzerinden tiyatroyu, üreticilerden daha iyi bildikleri bir üslupla, eleştirmen olma arzusuyla yaklaşır oldu. Nasıl bu noktaya geldik sence?
Sosyal medya gücüyle, bu bana ait bir alan ve ben buradan istediğim her şeyi söylerim fikri yarattı. NASA’da çalışan bilim kadınının uzman görüşüne “Sen nereden biliyorsun?” yazılabilen bir yer. Herkes puan vermek, fikrini söylemek istiyor. Ama elinde argümanı yok, jargonu yok. Çok acayip. Seyirci eğitmenin bir yolu var mı bilmiyorum. Kötü bir niyet yok belki de ama görünür olma isteği var. Sınırlar kayboldu. Biz şimdi atom fiziği üzerine bir şey yazabilir miyiz? Yazamayız. Tiyatroyla ilgili değil her alanda böyle. Ben küçükken oyun izledikten sonra heyecanla o çok beğendiğim oyuncuyu beklerdim. Şimdi Instagram’dan hemen seyirci oyununuzu izledik, çok beğendik diye mesaj atıyor. Nezaketle çok teşekkür ediyorum. Ardından “Canım senin başka oyunun var mı?” yazabiliyor. Ne ara canın oldum. Çok tuhaf.
“Tiyatromuzun bu dönemi ülkemizdeki kentleşme gibi”
Son yıllarda tiyatroda büyük bir oyun çeşitliliği ve bolluğu var. Bazı akşamlar İstanbul’da neredeyse 300’e yakın oyun oynanıyor. Bazılarımız bunu olumlu, bazılarımız olumsuz buluyor. Sen ne düşünüyorsun?
Bu durumun neye işaret ettiğini biraz zaman geçtikten sonra görebileceğiz bence. Tiyatromuzun bu dönemi ülkemizdeki kentleşme gibi. Çok hızlı, çarpık, gerçek bir kültürün edinilmediği kentleşme, Türkiye’de 70 yıldır sürüyor neredeyse. Bu hal beni korkutuyor açıkçası. Elbette günün sonunda bir eleme olacak ve tiyatro yolunu bulacak demek isterim. Ama bu kadar hızlı bir şeyle nasıl ilişki kuracağımı anlamıyorum açıkçası. Tiyatroyu oyuncu odaklı izlemek isteyen kitle dürüst olmak gerekirse beni ürkütüyor. Kurum, metin, yönetmen takip eden bir kitle de var elbette ama diğer kesimin yanında küçük kalıyor. Bu majör fark bir oyuncu olarak beni korkutuyor, iki yıl sonra bana oyunculuk teklifi gelecek mi mesela. Çünkü ben “şöhretli” bir oyuncu değilim. Başıma da böyle bir olay geldi. Çok istemeden de olsa nezaketen, zaten kabul etmeyi düşünmediğim bir oyun için seçmeye gittim. Sonunda tiyatro deneyimi olmayan, daha ünlü birini seçtiler. Ki benimle birlikte çağırılan bizim jenerasyonun çok parlak oyuncuları da vardı. Bu önemsemeden gittiğim seçme bende dert oldu sonunda. O yüzden düşünüyorum bu ilerleyen zamanlarda da başıma gelecek mi diye. Eskiden böyle değildi. Biz kimsenin tanımadığı üç-dört oyuncu çıkıp oynuyorduk ve doluyordu salon. Meraklı, takip eden bir kitle vardı. Ya tiyatrodan vazgeçtiler ya da her şey o kadar kalabalıklaştı ki göremiyoruz. Ben bile oyun seçerken güvenemiyorum artık.
Şu “şöhret” meselesinden bahsettin ya, senin televizyonla ilişkin ne? Birkaç televizyon dizisinde oynadın, sonra ne oldu, istemiyor musun, uygun şartlar mı oluşmadı?
Çok istemiyorum galiba ki çok peşinde koşmuyorum. Bilmiyorum, televizyon kariyeri hedefim olmadı hiç. Kafam öyle çalışmadı. Sinemaya aynı mesafede değilim. Televizyonda çok tuhaf bir çark var, bir kriter yok. Tiyatroda mesela “Ya bu oyuncu bu rolü alır, 80 temsil oynar dersin” ya, televizyonda böyle kriterler yok sanırım.
Televizyon dünyasındaki üreticiler, tiyatrodaki kariyerin ya da sürekliliğinle ilgilenmiyorlar. Daha başka belirleyenler var anladığım kadarıyla.
Tiyatro kariyerinin, mesleğinin bir uzantısı olan televizyon ve sinemada bir karşılığı yok Türkiye’de. Dünyada öyle değil ama tiyatrodan keşfedilen çok oyuncu var. Hollywood’da sahneye çıkmadan prestij kazanamayan oyuncular vardır ya. Bizde böyle değil. Bizde tiyatro kariyerinde öyle büyük bir yol ve başarı alıyorsun ki, Esra Bezen Bilgin gibi mesela, İpek Bilgin’in lafıdır bu da; “Görmek zorunda kalıyorlar.” Mecburen görüyorlar yani. Ama bu da bir hayat tercihi sonuçta. Ben şartları çok daha zor bir çarkta zengin biri mi olmak istiyorum yoksa sanatın içinde olup daha makul bir hayat yaşayıp sanatçı mı olmak istiyorum.
“Meslek tanımımız yok, bu çok korkunç”
Son 2 soruyu iç içe sormak istiyorum sana. Tartışılan Nicholas Berger’in “Tiyatrocular Neden Üretmeyi Bırakmalı?” yazısı hakkında senin fikrin ne? Diğer sorum ise bu pandemi sürecinde en çabuk vazgeçilen ve en çabuk unutulan kültür-sanat sektörünün bir emekçisi olarak ne hissediyorsun? 10 yıldır maddi ve manevi olarak beslendiğin tiyatro adına, devlet desteği için ciddi çalışmalar yürütülüyor, bu meseleye yaklaşımın nasıl?
Bence iyi bir yazı o. Yazıyı okuyana kadar konum almakla ilgili bir fikrim yoktu. Yazının her şeyine katılıyor muyum, hayır, ama beni düşündürdü. Nasıl tiyatrocular olarak mesleğe farklı bakıyoruz ya -çok sevdiğim bir metin seni hiç heyecanlandırmaz gibi – bunun bir uzantısı gibi, bu süreçle başa çıkma biçimin üretmek olabilir ya da durmak olabilir. Biri birinden daha doğru ya da daha yanlış değil. Ürettiğin şey ne? Bence hadi bunu konuşalım, tartışalım. Durmak bir tercih ama üreterek de bakın biz de buradayız demek de bir tercih. Hayatımın metinini yazacağım, hayatımın online projesini gerçekleştireceğim demek zorunda değilsin. Ben eylemde olmaya daha yakınım. Pasif direniştense, kör topal olabilir ama eylemde kalmayı tercih ederim.
Diğer meseleye gelince, biz ilk vazgeçilmeye, en son sıraya konulmaya alışkınız aslında. Kar yağar oyunlar durur, yaz gelir oyunlar durur, deprem olur durur, bomba patlar durur. İlk vazgeçileniz her zaman. Ama bu kadar olağanüstü bir durumda herhalde birileri bizi görür diye de düşünüyoruz bir yandan. O kadar da değildir dediğimiz bir durumda elde kalan, o kadarmış. Çok üzücü. Devlet tarafından görülmek için ciddi bir mücadele var ama orada da bir tartışma var. Meslek tanımı yok, kim tiyatrocu, her şey çok allak bullak. Diyelim ki hadi bir yardım yapıldı, bence ne yazık ki böyle bir şey olmayacak, neye göre yapılacak? Kurumlara göre mi? Kişilere göre mi? İşsiz oyuncular peki? Hali hazırda bir oyunda oynamayan oyuncular? Her şey çok karmaşık. Ben devletten fayda beklemekten yana değilim. Bizim mesleğimizde ve çalışma sahamızda çok problem var. Bütün bu defolar çok fazla su üstüne çıktı şu an. Bence bu süreçte o kısmı hızlandırmak ve çözmek daha mühim.
Pandemiden bağımsız olarak ödeneksiz tiyatronun uzun yıllardır yaşadığı sorunlara çözüm aranmalı.
Kesinlikle. Senin kim olduğunu, sorununun ne olduğunu bilmeyen bir kuruma önce bunları anlatmaya çalışıyoruz. Pandemi sürecinde çözülecek bir mesele değil ne yazık ki. Biz yanlış değiliz, bizim dışımızda gelişen her şey yanlış. Meslek tanımımız yok, bu çok korkunç. Dürüst olayım, sendikanın da tam olarak ne yaptığını bilmiyorum. Mesleğimin neresinde durduklarını bilmiyorum. Ben sendikalı değilim, olmayı da düşünmedim. Çünkü sendikanın tiyatro mesleğiyle kurduğu ilişkiyi uzaktan takip ediyorum ve beğenmiyorum. Yeterli bulmuyorum. Temsil edilmediğimi düşünüyorum. Oy vermek gibi. Neden bir partiye oy verirsin, temsil edileceğine inanırsın. Yapılan çalışmaların çok daha kökten olması gerektiğini düşünüyorum. Bizi meslek olarak önce tanıyın, bunun peşinde olmamız lazım. Bu kadar çok tiyatro okulunun açılması bile yanlış ve kontrol edilmeli mesela. Her sene 400-500 oyuncu mezun oluyor. Böyle bir istihdam sahası yok oyunculuğun ülkemizde. Ne yapacak bunca oyuncu. Buradan başlamalı belki de değişim.