Tiyatro sanatının varoluşundan bu yana seyircisi ile birbirinden ayrılmaz bir ilişkisi vardır. Her çağın tiyatrosu, tiyatro-seyirci ilişkisini değiştirmiş, yenilemiştir. Tiyatro yenilendikçe seyirci dinamiğinin değişmesi de kaçınılmazdır. Çağdaş tiyatro hareketiyle de seyirci, edilgen olmaktan ziyade daha etkin bir konum almıştır. Ülkemizde, özellikle son beş sene içinde bu etkin seyirci kavramında derin kırılmalar yaşandı ve yaşanıyor. Tiyatro üreticileri olarak biz bu değişimi uzun zamandır derin bir kaygı ve üzüntü ile izliyoruz, kendi aramızda tartışıyoruz, nedenleri, çözümleri üzerine düşünüyoruz.
Tiyatro seyircisini, seyirci ise tiyatroyu yetiştirip büyütüyordu
Profesyonel tiyatro yolculuğuma başladığımda, özellikle bağımsız tiyatro hareketinde tiyatro, tiyatrocular ve seyirci arasında büyülü bir ortaklık vardı, saygı ve minnete dayalı bir ortaklık. 2000’li yılların başında risk alıp kendi küçük salonlarını inşa edip, yeni bir söz ve biçim arayışında olan bağımsız topluluklar ilerleme ve büyüme gücünü seyircisinin desteği ve cesaretlendirmesinden aldı. Küçük salonlarımızda belirli sayıdaki seyircimizle sadece oyun alanlarımızda değil, fuayelerde de oyunlarımız öncesi ve sonrasında sohbet eder, onların fikirlerini, beğenilerini ve eleştirilerini birebir dinler, anlamaya çalışırdık. Tiyatro seyircisini, seyirci ise tiyatroyu yetiştirip büyütüyordu o yıllarda.
Tiyatro seyircisinde büyük bir değişim oldu
Sonrasında ise tiyatronun gün geçtikçe “popüler” hale bürünmesi, ülkemizin siyasal ikliminin yarattığı “öteki”leşme ve üsluplara yer eden “kavgacı” tutum ve sosyal medyanın verdiği kontrolsüz, bilgiden uzak “istediğimi söylerim” ve bu sayede önemsenme ve değerli hissetme ihtiyacım karşılanır hissiyatı, tiyatro seyircisinde de büyük bir değişim yarattı. Tiyatro ve seyirci arasındaki ilişki, puanlamalara, temelsiz, desteksiz beğeni veya kötücül yorumlara, arka arkaya sosyal medyada açılan “tiyatro eleştirme, değerlendirme” temalı sayfalara, bloglara sıkıştı. Bütün bu sıkışma hali, seyircinin oyunları küfrederek, yuhalayarak terk etmesine, telefonlarını oyunlar sırasında ellerinden düşürmemelerine, bir sanat ürününe bilet aldığında bütün kurumu ve kişileri de satın aldığı ve istediğini yapıp söyleyebileceği inancına kadar uzanan bir patlamayla karşımızda şimdi.
Bu ilişki şekli tiyatroya yarardan çok zarar getiriyor
Tiyatro metinlerine senaryo diyecek kadar sözde sevdiği sanata uzak, bir daha yazmasın, oynamasın, yönetmesin, tasarlamasın yazıp çizerek kendi fikrini “mutlak ve tek” görecek kadar etik değerleri hiçe sayan, kendi gibi düşünmeyene öfkelenecek hatta suçlayacak kadar tiyatronun farklılıkları kucaklayan, barışçıl doğasından habersiz, gittikçe büyüyen bir seyirci profili var karşımızda ne yazık ki. Seyirci çok sevdiğini söylediği bir sanat dalına ve onun yıllarca akademik eğitim almış üreticilerine iğdiş edercesine saldırmaya çabalamaz. Bu tür bir sevgi, her türlü ilişkide olduğu gibi, tiyatro-seyirci ilişkisinde de hastalıklıdır. Belki de kötü niyetlerle yola çıkılmamasına rağmen bu tür bir ilişki şekli tiyatroya yarardan çok zarar getiriyor.
Tiyatro sevgimiz ortak paydamız
Tiyatro üç ayaklı iskemle, seyirci, oyun, oyuncu. Bizlere tiyatro okullarında ilk öğretilendir bu. Ve hep bu bilgiyle ilerleriz yolumuzda. Özgür tiyatro kavgasında olan bir tiyatro insanı olarak özgür bir şekilde her türlü fikri dinlemeye ve önemsemeye hazırım. Lakin insanlığın en kadim sanatlarından biri olan tiyatroya yakışır şekilde, nezaketten ve saygıdan geçen bir yol olması kaydıyla elbette. Tiyatro seyircisi için bir genelleme yazısı değil bu elbette. Bu kötücül ilişki kurma biçiminden mutsuz birçok seyirci de tanıyorum bizzat. Zaman, tiyatro üreticileri ve gerçek tiyatro severler olarak bu ilişki yolunu, yöntemini ve üslubunu değiştirmek için çabalamak zamanıdır. Neticede tiyatro sevgimiz ortak paydamız ve birleştirici gücümüz.
Tiyatromuzun büyük hasarlar aldığı bu pandemi sürecinden sonrasında seyircimizle kavuşmak, görüşmek, tartışmak ve çoğalmak dileğiyle, sevgiler...