Bir dizi düşünün… İçinde ne güzel kız-yakışıklı oğlan, ne zengin-fakir çatışması, ne havuzlu villalar, konaklar, tasarım kıyafetler, ne ağalar, hanım ağalar, ne töre, ne silah, ne mafya var… Bir dizi düşünün… Ne uzun uzun bakışmalar, ne müzik altında yakın plan güzel suratlar, manzaralar, ne şarkılı uzatma dakikaları var…
Bir dizi düşünün… Sıradan insanların sıradan hikayelerini anlatsın… Kahramanları para sıkıntısı çeksin mesela, holdingleri olmasın. İki orta yaşlı insan olanca doğallığıyla birbirine âşık olabilsin. Dizinin geçtiği mahalle, bir gün gidip gördüğünüzde, bakkalı, manavı, kasabı, restoranıyla gerçekten de dizide nasılsa aynen öyle olsun.
Ya da hiç düşünmeyin; çünkü tutmaz. Hiçbir yapımcı, hiçbir kanal böyle bir projeye girmez. Deli derler adama. Bir vakitler böyle bir dizinin bu ülkede, ticari bir televizyon kanalında yayınlanabildiğini, üstelik yayından kaldırıldığı zaman bile yapımcısının direnerek final bölümünü çekebildiğini ise sadece hatırlayanlar bilir.
“İkinci Bahar”ın ilk bölümü 29 Ekim 1998 gecesi atv’de ekrana geldiğinde henüz algıları, zevkleri ve tercihleriyle bu kadar oynanmamış, zaafları bu kadar suistimal edilmemiş televizyon izleyicisini ekran başına çekecek çok sayıda cazip neden vardı. Bir kere Yeşilçam döneminin son starlarından Şener Şen ilk kez bir televizyon dizisinde oynuyordu. Daha da önemlisi Yeşilçam döneminin en büyük starı Türkan Şoray, “Tatlı Betüş”, “Bir Aşk Uğruna” ve “Gözlerinde Son Gece”den sonra dördüncü kez bir televizyon dizisi için kamera karşısına geçiyordu. Çok ters köşe bir rolle ve bu defa dublajsız, sesli çekimle…
Dizinin başrolünde iki büyük star vardı ama bir o kadar da Samatya vardı. Samatya’nın o tarihi, büyülü dokusu, deniz, rakı, balık ve kebap kokusu, tren istasyonu, eski İstanbul evleri ve insanları…
Daha ilk bölümün ilk dakikalarında kamera Samatya meydanında dolaşırken içine çekiveriyordu izleyenleri. Sonra Şener Şen’in dünya tatlısı Antep şivesi, Türkan Şoray’ın naif, ürkek ama bir o kadar da pençeleri güçlü Hanım karakteri, Güven Hokna’nın yer yer kızıp yer yer de hak verdiğimiz “Afet-i Devran” Neriman’ı ve bütün diğer yan karakterlerle hayatın ta içinden çıkıp gelmiş bir hikâye…
Daha jeneriğinden itibaren ekran başında dizinin atmosferine ışınlanmamızı sağlayan en önemli unsur ise Vedat Sakman’ın elinden çıkmış müziğiydi hiç kuşkusuz. 70’li yıllardan beri müziğin içinde olan, hem enstrümanist, hem solist, hem de besteci olarak yaptıklarıyla kendine özgü bir yer edinen Vedat Sakman, yıllar boyunca hem müzikalitesi yüksek hem de kalbe dokunan, ortalama dinleyiciye de ulaşabilen işlere imza attı. “İkinci Bahar” dizi müzikleri de bu işlerden biri olacak ve hiç unutulmayacaktı.
Diziyle özdeşleşen jenerik müziği, Leman Sam’ın dizinin ekrana gelmeye başladığı günlerde piyasaya çıkan “İlla” adlı albümünde sözlü olarak, “Kandilli” adıyla yer alıyordu. Sonrasında dizi müziklerine Cengiz Onural ve İncesaz ekibi de dahil oldu ve 2000 yılında yayımlanan dizi müzikleri albümü hem Sakman’ın hem de İncesaz’ın dizi için yaptığı müzikleri bir araya getirdi. Bir de diziyle aynı adı taşıyan şarkıyı yıllar sonra yeniden seslendiren ve dizinin bir bölümüne de bu şarkıyla konuk olan Sezen Aksu yer alıyordu albümde. Diziden alınmış kimi diyaloglarsa albümü arşivlik hale getiren bir başka detaydı.
“İkinci Bahar”ın ekran macerası aslında dizi tarihine geçecek bir seyir izlemişti. İlk sekiz bölüm çekildikten sonra sadece altı bölümü ekrana gelen ve ekonomik kriz nedeniyle yayından kaldırılan “İkinci Bahar”, uzunca birkaç ay aradan sonra başından itibaren tekrar yayınlanmaya başlar. Sekiz bölüm yayınlanır. Tabii bunca zaman sürecinde set durmuş, ekip ve oyuncular diziden umudu kesmiştir. Yapımcı Mustafa Oğuz inatla seti dağıtmaz, bekletir, oyuncular da başka iş almazlar. Nitekim 2000 yılının ilk günlerinde dizinin devam bölümleri çekilmeye başlar.
Dizinin son bölümü ise 11 Ocak 2001 gecesi ekrana gelir. Hikâye mutlu sonla biterken, son bölümün yayınlandığı gece reyting rekoru kırılır.
Bugün her şey çok değişmiş, dizi sektöründe bütün parametreler yeniden yazılmışken “İkinci Bahar” gibi bir dizinin ekranda var olabilmesi tamamen imkânsız. “Ah nerede o eski diziler,” diyenlerin hepsi her gece yeni parametreler üzerine kurulmuş dizilere reyting kazandırıyor. Kimsenin sıradan, doğal, insani hikayelere ayıracak zamanı yok. Bir bölüm 45 dakika sürse bile.
Ali Haydar ve Hanım, Adem ve Havva adlarını verdikleri iki muhabbet kuşu üzerinden konuşurlar birbirleriyle. Ali Haydar’ın Hanım’a evlenme teklifi tüm dizi tarihimizin en saf, en naif evlenme teklifidir.
“Sen asıl Adem’e kulak ver,” der Ali Haydar, Hanım’a.
“O ne diyor?”
“Diir ki; ‘Bak ben burda yayındayım’ diir. ‘Hiçbir şeyi dert etmene gerek yok’ diir.”
“Sahiden mi?”
“Elbette. Ben sana kol kanat gererim. Ben varken kimse seni üzemez. Birlikte her şeye meydan okuruk. Kimse bileğimizi bükemez. Yani… Adem öyle diir… Haa, bi de diir ki…”
“Ne diyor?”
“Saaa sevdalıyım… Yüreğim yaniir… İçim tutuşiir… Benimle… Benimle evleniin mi?..”