Aşırı iyi kalpli, aşırı sevecen, aşırı mutlu bir aile düşünün. Amerika kırsalında, bir köyde yaşıyorlar. Küçük ama sevimli bir evleri var. Şefkatli, cesur yürekli, kelimenin tam anlamıyla baba gibi bir baba, güler yüzlü, vicdanlı, hassas ve dahi hamarat, becerikli bir anne ve büyüme çağındaki kızları… Kovboy filmlerinden aşina olduğumuz türden kostümler içinde, köpeğidir, atıdır, samanlığıdır, ahırıdır, alabildiğine pastoral bir hayat yaşayan Ingalls ailesi.
Böylesi bir aile ve yaşadıkları ortamdan ne kadar macera, aksiyon, heyecan çıkar varın siz hesap edin. Neyse ki ‘70’ler dizilerinde illa de macera, aksiyon ve heyecan olması gerekmiyordu. “Küçük Ev”, macerasız, aksiyonsuz ve heyecansız hikâyesiyle, az buz değil, tam dokuz sezon boyunca izleyiciyi ekrana bağladı.
Dizi, Laura Ingalls Wilder’ın gerçek hayat hikâyesinden uyarlanmıştı. Wilder’ın bir seri kitap haline getirdiği anıları, Amerikan NBC televizyonu tarafından diziye dönüştürülürken, dizinin yönetmenliğini de aynı zamanda baba Charles Ingalls’ı canlandıracak olan Michael London üstlenmişti. London, bu dizinin öncesinde yine bir western dizisi olan “Bonanza”da Küçük Joe rolüyle popülerdi. O dizide Cartwright ailesinin en küçüğü rolünde olan London, bu dizide Ingalls ailesinin en büyüğüydü.
Anne Karoline Ingalls rolünde Karen Grassle vardı. Ailenin kızlarını ise üç çocuk oyuncu canlandırıyordu. Mary rolünde Melissa Sue Anderson, Laura rolünde Melissa Gilbert ve Carrie rolünde Sidney Greenbush (ve dönüşümlü olarak ikiz kardeşi Lindsay). Ağırlıklı olarak oyuncularının sempatisine sırtını dayayan dizinin en büyük kozu da bu kadroydu zaten. Özellikle çocuk oyuncular kısa sürede izleyicinin gönlünü fethedecekti.
Ev” ya da orijinal adıyla “Little House on The Praire (Kırdaki Küçük Ev)”’in ilk bölümü, NBC televizyonunda 11 Eylül 1974’te ekrana geldi. Dizi o kadar sevildi ve tuttu ki, 1983 yılına dek devam etti ve dünyanın birçok ülkesinde yayınlandı. Türkiye’de bunlardan biriydi. İlk bölümü 13 Ekim 1976 tarihinde ekrana gelen dizi, kısa sürede TRT’nin sevilen dizilerinden biri oldu.
Ingalls ailesinin küçük ağaç evlerinde her gece hepsi yataklarına yattıktan sonra sırasıyla birbirilerine “İyi geceler” demeleri, her yemekten önce, ailece şükür duası edişleri, her türlü zor şartın üstesinden beraberce, aile birliği içerisinde gelmeleri ve sonunda yine mutlu, hep mutlu, ölesiye mutlu olmaları filan pek hoşumuza giderdi.
Walnut Grove köyü bizim köyümüzdü sanki. Cansu Akbel’in olağanüstü seslendirmesiyle Laura bizim kızımızdı. Ailenin çektiği yokluk ve yoksulluk yeri geldi içimizi sızlattı. Mary kör olduğunda hep beraber hüngür hüngür ağladık ekran karşısında. Yeri geldi köy bakkalı Nels Oleson’ın kızı Nelly’nin şımarıklıklarına, karısı Bayan Harriet Oleson’ın gıcıklıklarına bütün kalbimizle sinir olduk.
Yıllar sonra bir gün bir kanalda dizinin bölümlerinden birine denk geldim. En başta renkli olmasını yadırgadım tabii. “Küçük Ev”in köyü, çayırı, çimeni hep siyah beyazdı bizim kuşağın hafızasında çünkü. Dahası dizinin ne kadar ağır tempolu ve ne kadar sıkıcı olduğunu fark ettim. O dönemin “ideal insan” prototipini alabildiğine dikte eden mesaj kaygılı senaryo içimi şişirdi. Abartılı dramatik oyunculuklar da cabası.
Öyle ya da böyle bir “Küçük Ev” nostaljisi kaldı işte içimizde. Hâlâ bir yerde hakkında bir yazı gördüğümde okurum, fotoğraflarına bakarım, burnum sızlar. Ama asla ve kat’a yeniden izlemek istemem artık. Evlerden ırak!