Onca yokluğun, zorluğun, imkânsızlığın içinde üretilmiş o şahane filmler… Kimi tiyatrodan, kimi mecmuaların kapak yıldızı yarışmalarından, kimiyse doğrudan yolda yürürken aldığı bir teklifle sinemaya girmiş ve bir şekilde yetenekleri, güzellikleri, yakışıklılıkları, karizmaları ile beyaz perdede sevilmiş sayısız oyuncu… Yoktan var eden yönetmenler, senaristler, görüntü yönetmenleri, set çalışanları… Sesleri hafızalarımıza mıh gibi çakılmış dublaj sanatçıları…
Bir efsanedir Yeşilçam. Bugün memlekette dizi, reklam, klip sektörü dünyayla yarışır örnekte işler çıkarabiliyorsa bunun sebebi Yeşilçam’dır. Sadece Beyoğlu’nda bir sokak adı değildir Yeşilçam. O sokakta, bilimum iş hanlarının ofislerinde yapılan görüşmeler, atılan imzalar, üretilen ilk fikirlerdir Yeşilçam. Yazlık sinemaların kirli beyaz duvarına bir ışık huzmesi halinde dökülen hayal dünyasıdır. Başroldeki genç kadının çektiği acılara dökülen gözyaşları, düz yolda yürürken düşen yan karakterin sakarlığına atılan kahkahalar, başroldeki genç adamın filmin sonunda tüm kötüleri yenmesiyle birlikte salonu çınlatan alkışlardır.
Bir zaman çok küçümsedik, çok dalga geçtik. Sonra değerini anladık, sahiplendik, sevdik… Peki biz Yeşilçam’ı niye koruyamadık? Sürdürmekten bahsetmiyorum. O bir devirdi, bitti ama biten bir devri lime lime etmeden, parçalayıp bölmeden, olduğu gibi, orijinal haliyle saklamak mümkün değil miydi?
Bugün bir diziden değil, Yeşilçam filmlerinden bahsedeceğim. Zira beni çok rahatsız eden, üzen, içimi acıtan bir durum var Yeşilçam filmleriyle ilgili. Nedense hiç kimsenin konuşmadığı, gündeme getirmediği bir konu bu.
Nasrettin Hoca’ya sormuşlar: “Hocam yeni ay gelince eskisi ne yaparlar?” Hoca cevap vermiş: “Ne yapacaklar? Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar!”
Yeşilçam filmlerini kırpıp kırpıp yıldız yapıyorlar nicedir. Hem de vakti zamanında o filmlere emek, alın teri, para harcamış film şirketleri yapıyor bunu. Sahip olduklarının kültürel bir miras olduğunun farkında değiller. Babalarından kalan miras sanki. Bu mirası nasıl koruruz diye değil, nasıl işletiriz, nasıl ranta dönüştürürüz diye çabalıyorlar. Ortaya çıkan sonuç kelimenin tam anlamıyla korkunç!
Neden bahsettiğimi daha açık anlatayım. Herhangi bir film şirketinin YouTube hesabına girmeniz yeterli. Eski filmlerden kesilip biçilmiş üçer beşer dakikalık kısa videolar görüyorsunuz. Video başlıklarından birkaç örnek vereyim:
“Veli, Hayriye’yle Samanlıkta Şakalaşıyor!”
“Gülsüm, Hacer ve Şerif Ali’yi Basıyor!”
“Ayşe, Patrona Masaj Yapıyor!”
“Hülya, Annesinin Sevgilisini Ayartarak İntikam Alıyor!”
Hayır, bu filmlerin hiçbiri seks filmi kategorisinde değil. Sıradan Yeşilçam filmleri. Film yapım firmasının resmi YouTube sayfasında parçalara ayrılmış, “çarpıcı” başlıklarla kısa videolar halinde servis edilmiş. Çünkü neden? Çünkü filmi tek parça yüklediğinizde o videodan bir kere para kazanırsınız ama böyle on beş parçadan on beş kere para kazanıyorsunuz.
Oysa dünyanın her yerinde geçerli bir kural vardır: Sanat eseri bir bütündür, kimse onu canı istediği gibi bölüp parçalayarak satışa sunamaz. Söz konusu olan ticari sinema filmleri olsa bile.
Bu duruma kimse ses çıkaramıyor çünkü Türkiye’de 1995 öncesi üretilen sinema filmlerinin hakları yapım firmalarına ait. Onlar da canlarının istediği gibi kullanıyorlar arşivlerindeki filmleri.
Aynı şekilde bir de şarkılı filmlerdeki şarkıların kesilmesi durumu var. Filmdeki şarkılar yüzünden YouTube telif haklarına takılan yapımcılar, filmlerdeki şarkıları keserek filmi yüklüyorlar. Bir buçuk saatlik film bir saate düşüyor mesela. Kimin umurunda? Kimse de zamanında canımın istediği gibi filmlerde kullandığım şarkıların teliflerini şimdi ödeyeyim de filmi kuşa çevirmeyeyim diye düşünmüyor. Tam bir Şark kurnazlığı. Düşünsenize, “Casablanca” filminin Warner tarafından “As Time Goes By” şarkısı kesilerek YouTube’a yüklendiğini… Herhalde kıyamet kopardı.
Filmlerin hakları yapımcılarda olabilir. Mesela tarihi eser niteliğinde evi olan insanlar da var. İzinsiz çivi çakamıyorlar evlerine. Oysa yapımcılarımız bırakın çiviyi, testereyle kesiyorlar arşiv değeri, kültürel miras niteliği olan filmlerimizi. Buna kimse dur demeyecek mi? Bu konuda sinema sektörünün, derneklerin, dahası Kültür Bakanlığı’nın bir şeyler yapmasının zamanı gelmedi mi?